Vehbi Başer Hocamız, Kur’an’ı “yapı-söküm” yani dekonstrüksiyon yöntemiyle okumayı tercih etmiştir. Yani Kur’an’da anlatılan meselelerin insan sosyolojisi, toplumların hareketleri ve çağın gerekliliklerine dayalı bir okuma yürütmüştür. Bu çaba, kitabın neden bir peygamber aracılığıyla geldiğinin de bir cevabıdır. Kur’an’ı nüzul sırasına göre okuduğunuzda Mekkî ayetlerin nasıl da binanın temelini istinat ettiğini ve vahyin peygamberimizin yaşamında nasıl da açımlandığını görürüz. Kur’an bu bakımdan da bir “devrim rehberidir”. Ahlaklı bir isyanın nasıl olduğunun, devrimcilerin nasıl zorluklardan geçeceğinin ve süreçteki zorlukların ardından aydınlık günlerin geleceğinin/bu aydınlık medeniyetin nasıl olması gerektiğinin de bir habercisidir. Bu süreçte dönemin jargonunda çok ilginç bir argüman vardır: “Bana bir mucize getir de inanayım!”

İslâm’ın 610 yılında başlamadığı ve Hz. Âdem’den bu yana hak dini İslâm olduğunu, Kelimetullah’ın tarihin dört bir yanına yayıldığını ve medeniyetler tarihinin İslâm tarihiyle eşdeğer olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bu bakımdan Kur’an, bir medeniyet birikimiyle inana yol göstermektedir. Geçmiş medeniyetlerin hatalarını, hareketlerini ve eğilimlerini kitabımız vasıtasıyla öğrenebiliyoruz. Bu eğilimlerden birisi de insanların inanmak için bir “mucize” istemesi.

En’âm 109. Ayette Allah şöyle buyuruyor: “Müşrikler, kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka iman edeceklerine dair en ağır yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Mucizeler ancak Allah katındadır". Onlara mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini siz nerden bileceksiniz?.”. Burada şunu düşünmemiz gerekiyor: Bir insan nasıl olur da bir mucize görüp de iman etmez/edemez? Burada Müzemmil Suresinin 5. Ayetine iştirak etmemiz gerekiyor: “Çünkü Biz, sana ağır bir söz indireceğiz;”

Müzemmil Suresi nüzul sırasına göre 3. sıradadır. Bu sure; bu ilahî devrimin zorluklarından, önceki resullerin de aynı sıkıntıları çektiğinden ve peygamberin yoldaşlarının da dirençli olması gerektiğinden bahsetmektedir. 5. Ayeti okuduğunuzda aklınızda şu soru doğabilir: “Neden bu vahiy ağır bir söz?” İşte suremiz burada açımlanacak.

Eski Ahit’te Çıkış 6:09’da şu husustan bahsedilir: Musa Peygamber, Yahudi Kölelere Allah’ın ayetlerinden bahsediyordu ancak Yahudi Köleler bunu dinlemeyi reddetmişti zira aciz ve sefillerdi. Buradaki nüans şudur ki: Musa Peygamberin vahyettikleri onları bu acizlikten ve kölelikten kurtaracaktı. Ancak anlıyoruz ki köleler dini kamusal hayata etki edebilen bir güç olarak görmüyorlardı. Bu yüzden Yahudiler “eskatologya” yani Kıyamet Bilimi alanında “İnananlar neden bu kadar acı çekiyor?” sorusu üzerine duruyorlar zira dinin göklerle alakalı olduğu kadar yerle de alakalı olduğunu kavrayamamışlardı.

İnananlar acı çekiyor, Allah Kur’an’da bu hususu Bakara Suresinin 214. ayetinde şöyle anlatıyor: “Sizden öncekilerin başına gelen sıkıntı ve zorluklar, sizin de başınıza gelmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız? Onlara dokunan sıkıntı ve zorluklarla öylesine sarsıldılar ki Resûl ve onunla birlikte olan müminler, “Allah'ın yardımı ne zaman?” dediler. İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır.”.

Vahyin ağır bir söz olmasının sebebi ve inanların bu uğurda acı çekmesinin sebebi ise açık: Kelimetullah, güç sahiplerinin/firavunun düzenini tehdit ediyor. Bu yüzden insanlar bir mucize görse bile iman etmiyorlar. Atalarından gelen yasaları, düzeni ve sistemi bırakmaktan çekiniyorlar. Dahası, başlarındaki kralın gazabından korkuyorlar. Müzemmil Suresinin ileriki ayetlerinde aslında bu vahyin neden ağır bir söz olduğunu kendisini gösteriyor, surenin 11. Ayetinde Allah şöyle buyuruyor: “O yalanlayıcı zevk ve refah sahiplerini bana bırak, onlara biraz mühlet ver”.

Vahyin, Peygamberin hayatıyla ilişkili olduğunu anladığımıza göre demek ki bir devrimci hakikati dile getirdikten sonra kentin zenginleri tarafından hedef haline getiriliyor. Cevabı ise az önce verdik; kutsal metinler, onların çarpık düzenlerini alaşağı etmeyi amaçlıyor. Bu çarpık düzenin ayak takımı ise o denli bu sisteme bağlılar ki apaçık bir mucize görmelerine rağmen bile iman edemiyorlar. Bu, kraldan/sistemden ölesiye bir korkudur. İnsanlar üzerinde gelenekler ve otoritenin korkusu öylesine egemendir ki mucize bile onların iman etmesine sebebiyet veremez. İşte burada eleştirmenin ve sorgulamanın önemi kendisini gösterir, Allah zannımca bu yüzden Yûnus Suresinin 100. Ayetinin son cümlesinde şöyle buyurur: “…Ve O aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!”

İman etmememizin sebebi çoğu zaman gerçeği görememek değil gerçeğe gözlerimizi kapatmamızdır. Hz. İbrahim gibi bir önderin gelip bizim yerimize putları kırmamızı bekliyoruz, peki ya neden biz baltayı elimize almıyoruz?

ALİ KURNAZ