Esasen Osmanlı Türk Mimarisinin menşei ile ilgili ilk yazılı mütala’aların yabancı seyyahlar mimar veya sanat tarihçileri tarafından yazılmaya başlandığı XVIII–XIX. yüzyıllarda Türk sanatçıların kendi mimari kimliklerini izah etme ihtiyacında olmadıkları da görülür.

1908’de Gurlitt, “Die Baukunst Constantinopels” adlı eserinde Texier’in baktığı aynı çarpık bakış açısıyla konuyu 100 yıl sonra tekrar gündeme getirmekte10, hatalı ve yetersiz rölövelerle kendince teknik açıklamalar yapmaktadır.

Aynı yıllarda Neo-klasik Türk Sanatı uygulamaları ile çağının mimarisine sayısız yeni imza atan Mimar Kemalettin Bey ise “Mimari-i İslam” adlı 45 sayfalık makalesinde tartışmaları yatıştıracak bir savunma yapmamıştır.

Ancak Mimar Kemalettin Bey esasen 17-18-19. Yüzyıllarda Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğunda da görülen Barok ve Ampir’in etkisi ile klasik sanatları hiçe sayan mimari oluşumlara dur diyen Neo-klasik Osmanlı Mimarisinin en önemli uygulamacısı olmuş, Türk Selçuklu ve Türk Osmanlı Mimari öğelerini bilinçli bir şekilde doğru oran ve tekniklerle kullanarak yaptığı yeni yapılarla, Türk Mimarisini yeniden ayağa kaldırmıştır.

Mimar Vedat ve Mimar Kemalettin bu dönemde ortaya çıkan Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın öncüleridir. Hocamız Sn. Prof. Dr. Doğan Kuban “Osmanlı mimarisinin özgünlüğü” konusunu; “Türklerin asıl egemen olduğu en büyük coğrafya Anadolu’dur.

İslam ile Hıristiyanlık arasında bir yerde antik gelenek üzerine kurulu, fakat İslam ve Türk yorumu olarak ortaya çıkmaktadır. Ve gerçekten de dünyada başka eşi olmayan bir üsluptur” Yorumuyla,Türklerin yerel mimariyle entegre olarak var oldukları özetlemektedir.

Geçmişte yaratılmış olan bütün değerler insanlığın ortak malı sayılsa da, toplumlar kendi tarihi gelişimleri içinde yarattıkları sanata milli sanat olarak bakarlar.

Anadolu sanatının, Türklerin gelişinden sonraki dönemlerini, genellikle Selçuklu, Beylikler, Osmanlı Çağları diye politik bir sınıflandırmaya göre ayırmak adet olmuştur ancak, farklı dönemlere münhasır üslup değişiklikleri görülebilmektedir.

Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dönemindeki mimari kimlik ile 200 yıl sonraki, örneğin Mimar Sinan Dönemi mimarisinde görülen özellikleri farklıdır.

İNEGÖL OSMANLI DÖNEMİ YAPILARI VE ÜSLUPSAL DEĞERLENDİRME

İnegöl ilçesi, Marmara Bölgesi’nin güney doğusunda yer alır. Bölge tarihte Perslerin, Bitinya Krallığı’nın, İskender, Roma ve Bizans imparatorluklarının hâkimiyetinde kalmıştır. İnegöl Ovası’nda M.Ö. 3. bin yılından itibaren yerleşim olduğu bilinir. 1071 Malazgirt zaferinden sonra 1078’de Türklerin eline geçen bölge, 1098’de I. Haçlı seferi sırasında yeniden Bizanslıların eline geçmiştir. ‘‘Angelokome’’, yani İnegöl’ün stratejik önemi vardır ve bölge 1298 yılında Osman Bey tarafından ele geçirilir. Fetihten sonra Angelokome ve çevresi Turgut-Alp’in yönetimine verilir. Böylece, Prusa (Bursa)’ya ulaşan yolun denetimi Osman Bey’in eline geçer.

İnegöl’de en önemli Osmanlı Dönemi tarihsel yapıları; İnegöl çarşısı içinde cami, medrese ve türbesi ile yer alan, 15. yüzyıl Osmanlı mimarisinin günümüze kadar gelebilen örnekleri arasında ayrı bir yere sahip olan İshak Paşa Külliyesi (1466-1487)18, I. Bayezit döneminde yapıldığı sanılan Hamza Bey Camii, Yıldırım Bayezit Camii, Kurşunlu Cami, Osmaniye Camii, Kasım Efendi Camii, Kurşun Han ve Orta KöyKervansarayı’dır. (DEVAM EDECEK)

Prof. Dr. Ayşe Gülçin KÜÇÜKKAYA

Uluslararası İnegöl Tarihi ve Kültürü Sempozyumu-1