İkinci görüş “Müslümanlığın doğduğu ve ilk yayıldığı alanlarda - Arap
Yarımadası Kuzey Afrika ve İran’da hâkim olan İslam Mimarisi, Anadolu İslam kültürünün gelişmesinde etkilidir ve Anadolu’da Türk dini mimarisi Erken İslam Sanatı’nın Anadolu’daki devamıdır. Türk Mimarisi olarak adlandırmak yanlıştır. Bu mimariyi, Anadolu-İslam Mimarisi- olarak adlandırmalıdır.”demekte ve enine gelişmiş çok ayaklı camilerin ya da avlulu camilerin plan şemasının1 ve Osmanlı Mimarisinde görülen Ulu Cami plan şemasının prototiplerini Arap Yarımadası’ndaki erken cami örneklerinde aramaktadır.
Üçüncü görüşe göre, Türkler özlerini hiçbir zaman unutmamışlardır.
Orta Asya Türk Sanatı ile bağlantılı olarak Anadolu’daki kendi sanatlarını geliştirmişlerdir. Kafkaslardan Orta Asya’dan usta ve sanatçılar getirterek, ya da o sanatsal uygulamaları örnek alarak, Orta Asya Türk Sanatını Anadolu’da yaşatmak konusunda büyük hassasiyet göstermişlerdir. Türk sivri kemeri, eyvan, mukarnas, kündekari, renkli tuğla süsleme sanatı, çinicilik ve özgün mimari oranlar ve süsleme özellikleri ile, Anadolu’da önceden var olan medeniyetlerden kolaylıkla ayırt edilebilen bir mimari üretebilmişlerdir .
Bu görüşe göre; Merkezi planlı cami plan şeması söylendiği gibi Ayasofya’yı
prototip almış olamaz, çünkü Türklerin merkezi planı, Anadolu’ya gelmeden önce pek çok yapıda kullandığı ispat edilebilir.Türk Mimarisinin kökleri meselesi 18. Yüzyıldan bu yana bilhassa yabancı mimar ve sanat tarihçilerin tartıştığı bir konu olmuş ve farklı pek çok görüş ortaya atılmıştır.
Türk mimarisine çok sayıda eser kazandırmış ve pek
çok anıtsal eseri restore etmiş, tarihçi yazar Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi Türk Sanatının menşei meselesini 1965 yılında yazdığı bir yazıda;
“Şu zavallı Osmanlı Mimarisi… ne mücerret olarak kadri ve kıymeti
bilinmiş ne de bilcümle mimari üslupları fevkinde ihraz ettiği mevkii
anlaşılmıştır. Ara sıra mevzii bazı hakikatlerin meydana çıktığı
görülmüştür…..” diyerek, Türk Mimari kimliğinin anlaşılamamış olmasından yakınmaktadır. Osmanlı Mimarisi XX. yüzyılda uzun süre, İlk Çağ Osmanlı eserleri hakkında hüküm veren Mimar Charles Texier’in bakış açısından değerlendirilmiştir.
Texier, Osmanlı Mimari üslubu için; “Osmanlıların kendilerine mahsus tarz-ı mimarileri yoktur.” şeklinde açıklamalar yapmaktadır. Texier; Anadolu’da özgün bir Türk Mimari üslubu olamayacağını savunmaktadır. Ona göre; Bizans payitahtı Osmanlı’nın eline geçtiğinden bu yana da imparatorluk içinde bulunan bütün camiler Ayasofya’yı taklit etmişlerdir.
Gabriel ise, 1942’de Bursa Murat I Camii’nin oldukça farklı mimari üslubunun orijinini irdelerken “Osmanlı Mimarisinin Menşei” meselesine de girmiş ve………; “…Türk sanatının inkişafı tarihinde düşülen hatalar, bu hurafelerden meydana geliyorsa da bunların membaı daha ziyade takip edilen usuldedir. Bu suretle müşahedelerim Bay Fuat Köprülü’nünkilerle
birleşmektedir. En büyük hata Osmanlıları Anadolu’nun heyeti umumiyesinden ayrı tutmaktır; böylelikle Osmanlılarla merkezî ve
şarkî Anadolu Türkleri arasında bir Sedd-i Çin farz edilmiş oluyor. Esaslı hatalardan biri de garp fatihlerinin hiç harsa malik bulunmadıklarını ve Bizans medeniyetinin idarî ve bediî sahada onlara ne verirse hepsini tetkiksiz ve tenkitsiz kabul ettiklerini zannetmektir. Sözlerimden Bizans sanatının bu sahadaki tesirlerini inkâr etmek istediğim anlaşılmasın. Fakat müesses nizamlarda olduğu gibi fethedilen memleketlerin hissesi katiyen faik değildir. Bu hisse hiçbir zaman abidelerin heyet-i mecmuası ile olduğu gibi kaynaşan mükemmel bir tip vermez. Hakikatte, daima bir benimseyiş ve adaptasyon vardır: İster Murad 1. Camii, isterse iki asır sonra inşa edilen selâtin camileri nazar-ı itibara alınsın, Osmanlı mimarisi, yabancı bir mektebin abidelerinden mülhem olmakla beraber asırlar zarfında biriken an’anelerini bütün hallerde muhafaza etmiş ve tamamen orijinal eserler vermiştir” diyerek, asırlar boyunca unutulmamış bir Türk Mimari Kültürünün varlığını açıkça savunmaktadır.
Prof. Dr. Ayşe Gülçin KÜÇÜKKAYA
Uluslararası İnegöl Tarihi ve Kültürü Sempozyumu-1