“ Allah evlerinizi, sizin için dinlenme ve bir huzur yeri yaptı…” ( Nahl Suresi; 80. Ayet)
Ev; hane, barındığımız ve ailemizle yasadığımız mesken. Kendimize has olan, mahremimiz, yaşam alanımız, içinde huzur bulduğumuz, rahat ettiğimiz, en doğal halimizle vakit geçirdiğimiz mekân. En samimi sohbetlerin yapıldığı, eşimizle, evladımızla, dostlarımızla, sevdiklerimizle muhabbet ettiğimiz, ruhumuza dinginlik veren bize ait alanımız.
Herkesin kendi haline vaktine göre döşeyip hazırladığı, aslında kendinin, ailesinin bir yansıması olan hanelerimiz. Nereye gidersek gidelim, en şaşalı mekanlardan, en lüks otellerden, en pahalı mekanlardan bile dönsek, bizi rahatlatan ve huzura erdiren en mühim yer; “Evim evim , güzel evim,” dedirten yuvalarımızdır.
Rahmet Elçisi bir hadisinde “ Üç şey insanoğlunun mutluluğundan, üç şey de insanoğlunun bedbahtlığındandır. İnsanoğlunun mutluluğundan olan şeyler; iyi bir eş, oturmaya müsait bir ev ve uygun bir binektir. İnsanoğlunun bedbahtlığından olan şeyler ise kötü bir eş, kötü bir ev ve kötü bir binektir,” diye buyurmaktadır.
Dünya nimetleri içinde insana verilen en kıymetli hazineler de bunlar değil midir? Geniş ve ferah bir evin olduğunda rahat edebilirsin elbet ancak bunu taçlandırıp güzelleştirecek salih bir eşin olursa hayatın daha da anlamlı olur. Zira “göz aydınlığı bir eş” , dünyamızı cennete çevirdiği gibi cenneti kazanmamıza da vesiledir. Kâinatın sahibi, yüce kitabında, eş olmayı anlatırken “ kendileriyle huzur-sekine bulduğumuz, karşılıklı sevgi ve merhamet duyduğumuz” şeklinde açıklamıştır.
İnsanı kendine döndüren, kendine geldiği yegâne yeri evidir. Ancak taştan, duvardan ibaret değildir, evi hane kılan ise ailesi, yolda yarenidir. Gönüllerin Sultanı, bu sebeple ilk vahyi alıp Cebrail’i ilk gördüğünde, Hira Nur dağından indiği gibi hana-i saadetinin yolunu tutmuştur. Gözünün aydınlığı, göz bebeği olan Hatice’siyle paylaşıp sakinleşmiştir.
Tüm insanlara bir umut, kulluğumuzu, acizliğimizi dile getirebileceğimiz en kutsal mekân olarak da, Rabbimiz, Hz. İbrahim’e Beytullahı inşa ettirerek insanın özünün eve dönüş olduğunu, bizlere göstermektedir. Hz. Musa’ya, Firavunun zulmü yaşanırken “ evlerinizi kıble gâh edinin!” emrinin gelmesi de, inananlar için hikmetler barındırmaktadır. Firavunun eşi olan Hz. Asiye’nin şehit edilirken Rabbine , “Benim için yanında cennette bir ev yap, beni Firavunun zulmünden kurtar, beni şu zalimler topluluğundan kurtar!” ( Tahrim Suresi; 11.ayet ) diye dua etmiştir. Oysa Asiye o dönemin en görkemli saraylarında, bir kralın eşiydi. Her şeyi vardı ama huzuru yoktu. Hayatı boyunca bir ev-yuva hasreti çekmişti ve şehit edilirken Rabbinden bunu istemişti…
Şimdilerde ise mazlum coğrafyalarda bir evin hasretini yaşayan, evsiz barksız bırakılıp ailesi katledilen, yurdundan, özünden koparılan sayısız mazlum bulunmakta… İçler acısı bu durum, maalesef dünyanın gözü önünde hunharca, canice, zalimce yapılırken dünya sessizliğe gömülmekte. Hasta haneler, okullar, yardım kuruluşları, onlara yardıma koşanlar, bombalanmakta, gün geçtikçe zulüm artarak devam etmekte. Hayatta kalanlar ise sefalete açlığa sürüklenmiş durumdalar.
Nice çocuk açlıktan kemikleri birbirine yapışarak anacığının gözleri önünde ölmekteler. Onlar bu kadar ağır bedeller öderken insan olan bizler ne yapmaktayız? Evlerimizi hakkı ayakta yutan adaletin kalesi olan, zalimlerin mallarından müstağni yuvalar haline getirebiliyor muyuz? Elimiz, dilimiz ve gönlümüzle çabalayıp zulme karşı durabiliyor muyuz?
Bir yuva, sıcak bir tas çorba için canından olan onca kardeşimizin yüzüne bakabilecek miyiz mahşerde? Siyonist zulmüyle şehit olan mazlumların duası da Hz. Asiye misali cennette huzur bulacakları bir ev midir? Kim bilir?
Sözün özü; “ Mazlumun kurumuş dudaklarına söyleyin gülsün,
Bir gün mutlaka zalimin dişleri sökülecektir…”
( Sadi Şirazi)
Sevda ÇEVİK