Uzun süredir kafa yorduğum mesele bu, düğün dernek mevzuları… Ayrıntıya girmeden paylaşayım.
Nikâh, haddizatında bir duyuru, bir ilandır. Bir bayanla, bir erkeğin Allah’ın emri, peygamberin kavli ile yeni bir yuva kurduklarını kamuya duyurma, fitne, fesat ve kötü zannın önüne geçme eylemidir bilirsiniz. Aynı zamanda bir akit, bir sözleşmedir bu, erkeğin kadını üzerine, kadının erkeği üzerine, dinin, toplumun ve aileyi oluşturan tarafların onayladığı beklenti ve haklarının ilanıdır. Mesele bu kadardır yani, “biz evlendik, karıkoca olduk, namus, haysiyet, şiddet vb haller dışında, şiddetli geçimsizlik ve uyumsuzluk dışında, her türlü eza, ve cefayı birlikte göğüsleyeceğimize, ömrümüzün sonuna kadar saygıyla, nezaketle, merhametle birbirimize sığınacağımıza söz veriyoruz, şahit olun”….
Geleneksel olarak ta, dinimizde de nikâh, sade bir törenle duyurulur herkese, dinin cevaz verdiği, peygamber efendimizin de arzu ve tavsiye ettiği, bu kutlu akdin sonunda def çalma, basit ve hayâ sınırları içerisinde eğlence düzenlenme caiz olmuştur…
Orta Asya’dan gelen atalarımızın “toy” dediği, ikramlı, türkülü, şiirli, eğlenceli gelenek, İslam’la müşerref olduğumuzdan beri, içerisine dua ve Kuran iliştirilerek nezih bir hal aldı/mıştı…
Nikâh sadeydi, eğlenceler seviyeli, kılık kıyafet mazbut, ikramlar ölçülü, masraflar müsrifliğin, görgünün, haddi içerisinde idi… Her iki aile, düğün/nikah için davetlerini ya sözlü, ya tellal ile, ya da küçük bir davetiye ile yaparlar, teşriflerini beklerdi dost ve akrabalarının… Takı yerine ihtiyaçlar getirilirdi düğün evine, çeyiz dizilir düğün öncesi kadınlar ziyaret eder eksikleri görür, düğün hediyesi, eksik alandan olurdu, kap kacak, halı, kilim belki birkaç altın, bilezik… Kına yakılır, testi kırılır, gelin alayı olur yöresine göre manalı etkinlikler düzenlenirdi, lakin canı yanmazdı iki tarafın da…. Başlık parası vardı, zihnen ve ruhen kapalı aşiretlerde… Genel olarak iyiydi, hoştu cemiyetlerimiz…
Ne olduysa batıya özentimizle oldu, fena bozulduk, kötü dağıldık bu alanda ki, toparlamak mümkün değil…
Düğünler, görkemli salonlara alındı, nikâhın manevi yönü çöktü, mihrler başlık parasını geçti, israf boyu aştı, görgü kayboldu, adab-ı muaşeret, hayâ yerle bir oldu… Doğuda kilolarca altınlı, kaynağı şaibeli takı şovları, kuzeyde aleni cinayetlerle sonuçlanan maganda kurşunları, dünürlerin sidik yarışında güme giden, başlamadan biten evlilikler, yarım kalan aşklar... Olan gençlerimize oldu…
Şimdi koca bir çuvaldız batıracağım, mümin, mütedeyyin din kardeşlerime, evlilik çağında çocukları olan anne babalara, artık evliliği hayal bile etmeyen/edemeyen pırıl pırıl gençlerimize…
Şuradan başlayayım, İnegöl’de ortalama bir düğün salonu, beş yüz - bin arası davetli için, yemekli olursa 300-450 bin tl, kuru pasta meşrubat ile 200-300 bin tl istiyor… Gelinlik, kiralasan da satın alsan da aynı para, en düşüğü 200 bin tl, gelin başı, damat tıraşı, kuaför ücreti, 30 binden 100 bine kadar var, gelinin akrabalarının saçı da yapılacak bu arada, damadın kıyafeti, gelin arabası vs 1 milyonu buluyor… Daha düğün öncesi alışveriş, beyaz eşya yok, mobilya yok, kap kacak, en mühimi gelinin takılarını hesap etmedik…. Ekstra müzikleri, folklor ekiplerini veyahut mevlithanları, semazenleri dâhil etmedik hesaba… Ayrı ayrı, en uygunundan, en mutedilinden alalım desen, gelin, baldız, gelinin anası da çirkef değilse 2 milyon da bunlar… Balayıydı, tatiliydi, el öpme hediyeleriydi off, bi 500 de oraya, ev kiraysa ayrı, satın alırsan kredisi faizi bitmek bilmiyor… Hadi takı töreninden, girişteki zarflardan bi miktar gelsin de ne fayda… Daha bismillah, yuvayı kurmadan, beş sene belini doğrultamaz, anne baba, yeni hayata borçlu başladı çocuklar…
Niye peki, irdeleyelim, niye bu masrafın dik alası… Gençler birbirlerini görmüşler, sevmişler, aile olmaya karar vermişler de niye yapmalılar bu harcamayı, bu manasız ritüelleri… Ne bu, niye bunlar…
Ortam şöyle: car car öten bir dicey, saçma sapan müzikleri peş peşe sıralayan bet sesli bir müzisyen, ortalıkta çılgınca dolaşan, sürekli birilerine çarpan çocuklar, beline kadar sırtından, degajesine kadar önünden açık, boyalı, bos boyalı, daracık elbiseleriyle selülitlerini, göbeğini, mahrem, na mahrem demeden ortalığa sermiş teyzeler, halalar, altı şişhane üstü vesikalık tesettürlü süslüman ablalar, süzüm süzüm seğirtmede… Transparan kıyafeti, mini eteği yarı çıplak halleri olmasa, o düğün olmayacak kertede görümceler, baldızlar, genç kızlar, bir o yana bir buyana koşuşturmada... Bağıra bağıra birbirlerine ses yetiştirmeye çalışan, bitse de gitsek modunda dayılar… “Erik dalı” na şebek gibi oynatırlar , o cool amcayı, sere serpe zıplatırlar hanım hanımı, beyefendi delikanlıları….
Bir kuru pasta küflü, bir sarı kola, içsen bir türlü içmesen iki… Salon şehrin göbeğinde, otoparkı yok, güvenliği yok, belki de ruhsatı bile yok… Zar zor park etmişsin kuytuya, arkana bir diğeri, öylece kalmışsın iki saat, kimin umurunda… Hadi nikah merasimine geçtik, evetler filan, sonra bir dans, illa olacak o, herkesin göz önünde, namusu kendine emanet kadınla ilk dans…
Mütedeyyin cenahta farklı mı, orda da benzer şeyler işte... Haremlik selamlık güya, aynı süslümanlar ayrı masalarda... İki aşr- şerif, sonra yanık yanık “şol cennetin ırmakları...” sonra kimsenin izlemediği semazen, kuru pasta, kapanış…
Bu kültür bizim değil, vallahi bizim değil, billahi bizim değil, aslında hiçbir yerin de değil, öyle derme çatma, öyle yamalı, öyle saçma sapan bir kültür işte… Neden bunca zulme maruz bırakıyoruz çocukları?…
Oğlum un düğününde şöyle yapacağım, milat olsun: dijital davetiye, ardından telefonla arama, saati sınırları belli bir nikâh salonu, davetiyenin üzerinde bir iban numarası, (uzaktan gelecekler zahmet etmesin, gelmek zorunda hissetmesin), gelene küçük birer düğün hatırası, gelin ve damada sade, abartısız, şık kıyafetler, birkaç fotoğraf o kadar… Tabi kız tarafı, müstecap olursa...
Düğünde dernekte ölçümüz : “peygamber efendimiz davetlimiz olsa, şu ön sırada otursa, düğün boyunca kalkmasa, memnun mu ayrılırdı, asık mı olurdu yüzü, mutlu mu olurdu bu müsriflikten, menhiyattan, gösterişten, şatafattan….”
Velhasıl, her alanda olduğu gibi, karakteristik bir tarzımız yok, bize mahsus, şahsımıza münhasır bir duruşumuz yok maalesef…
Düğün dernek meselesi de böyle…