Yağmurlu bir Pazar günüydü. Hadis-i şerifler okuyarak değerlendirmek istedim vakti. Vakit öldürenlere inat vaktimi kıymetli işler yaparak değerlendirmek oldukça mantıklıydı. Günlük gazetem Yeni Şafak, Pazar ekiyle birlikte gözden geçirildi. Köşe yazarları tarandı, birkaçı sonuna kadar okundu. Sonra kütüphanemde baş köşeyi tutmuş olan Kütübü's-Sitte Muhtasarı isimli kitabın 3. Cildini son sayfalarından başladım okumaya. Orada ayetlerin nüzul sebepleri bölümünü okurken karşılaşmış olduğum bazı hadislerin beni etkilediğini fark ettim. Kelimeler zihnimde bugünler ile o çağ arasında kısa devre yapıyor bağlantılar kuruyordu.

Peygamber Efendimiz (sav) zamanında sadaka vermeyi emreden Tevbe Suresi 103. Ayet nazil olduğu zaman bazı sahabeler ücret mukabilinde sırtlarında yük taşıyor ve bu yolla kazandığını sadaka olarak veriyorlarmış. Abdurrahman Bin Avf gibi zengin sahabeler de çok miktarda bağışta bulunmuşlar.

Fakat bu alt limit ve üst limitte yapılan hayır-hasenat münafıkların dedikodularına konu oldu. Zengin olup "çokca verene" "mürai /riyakar" dediler. "Az verene" de: "Peygamber senin bir sa' hurmana muhtaç değil. Verdiğin hurma ne işe yarar!" diye alay etmeye çalışırlar.

Bu, bana, yurt dışındaki Müslüman kardeşlerimize ve diğer insanlara yardım eden cömert zenginlerimize karşı, bazı çevrelerin: "Ülkemizde fakir fukara bitti mi de başka ülkelere yardım ediyorlar!" gibi hayrı engelleyici, yardımseverliği yok edici bir akılcılıkla konuşmaları aklıma getirdi.

Yukarı tükürsem bıyık aşağı tükürsem sakal mantığına uygun düşmese de çok versen, mürayi; az versen, ne yapsın peygamber senin verdiğini" diyerek çukur kazmaya çalışan zihniyet çağlar boyu var ola gelmiştir.

Allah'ın vahyini dinlemiş, peygamberin sözüne tabi olmuş müslüman topluluk oluşsun istemeyen münafıklar, kendileri yapmadıkları gibi yapanları da töhmet altında bırakma gibi bir nankörlüğü icra etmekteler.

Başkalarının hayırlarına laf söyleyen günümüz vicdansızları, kendi ceplerinden beş kuruş çıkmadığı halde, başkalarının paralarına göz dikmelerinin arka planında, mevcut iktidar başarılar elde etmesin, güzel sonuçlar toplamasın. Biz de burada işimizi yürütelim, anlayışını güdüyorlar bence.

Kıskançlık damarlarına işlemiş, dini güzelliği yüreklerine sindiremiyorlar. Çünkü vicdanları kararmış. Kendilerine her daim akıllı zannediyorlar. "-mış gibi yaparak" Müslüman olacaklarını sanıyorlar. İslam toplumunda en tehlikeli insan cinsi bu tür münafıklardır.

Rabbim onların duygu düşünce ve tavırlarını bizlere sarahaten/ apaçık bir şekilde bildiriyor ki o gafillere kanmayalım. Onların dedikoduları sebebiyle yapacağımız hayırdan geri durmayalım.

Elindeki imkanı az olan az versin, elindeki imkanı çok olan çok versin ama "samimi olsun." Allah katında bu ikisi de makbuldür.

Zaten diğer bir ayet-i kerimede: "Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere bu davranışların cezasını Allah verir" buyruluyor.

Bizi paranın ve malın köleliğinden kurtaran, İslam dini ne güzel bir dindir. Sadaka ve infak gibi dinimizin en büyük amellerinden uzak kalmak ve paranın uşağı olmak ise ne kadar kötü bir durumdur. "Müslümanlar kardeştir" düsturuyla hareket edip muhtaç olanlara destek olmak tüm müminlerin örnek alacağı tutum ve davranıştır. Elinden çıkarabildiğin, hayır yapabildiğin, her türlü mal senin sağ tarafından verilecek defterine ebedi bir kazanç olarak yazılacaktır.

Dünyayı ve malı çok seven, hatta onlara tapan, onlarsız hiçbir iş yapamayan zavallılar kendilerinden daha güçlü Müslümanları görünce böyle zırvalamaları oldukça normaldir. Onlara gereken cevabı Cenab-ı Allah vermiştir. Bu davranışlarının cezası da can yakıcı bir azap vardır" Tövbe 79. ayette... Gerisi bizi ilgilendirmez. Biz işimize bakalım. AHMET TAŞTAN