Ahmet TAŞTAN'IN köşe yazısı

İnsanoğlu bir başarı, bir zafer kazandığında sevinmek ister. Bazen bu sevincin ayarı veya kalitesi (ya da her ne ile isimlendirilirse) elde edilen başarının  durumuna göre değişir.

Nasıl ki her bir dakika 60 saniyedir. Lakin insanın içinde bulunduğu şartlara göre bazen dakikalar geçmek bilmez, bazen de su gibi akıp gider. İşte böyle bir halde bir dakika 60 saniyeden ya çok fazladır ya da daha azdır.

Tuttuğunuz takım şampiyon olmuştur, sevinmek isterseniz. Zor bir sınavı, üstün başarıyla bitirmişsinizdir, sevinmek istersiniz. İşe alınmışsınızdır, ilk maaşınızı sevinçten paylaşacak insanlar ararsınız.

Sevinç öyle bir şeydir ki insanın içinde sakin sakin durmaz asla. Bir volkan gibi patlamak ister ve uygun olduğu her an kendini gösterir.

Bir at yarışı veya şans oyunlarından birini oynarsınız, kazanırsınız yine sevinirsiniz. Başarmak ve kazanmak insanın ruhunda durdurulamaz bir hareketlenme oluşturur. Ama insan da devamlı geride kalan ata oynamaz ki! 

Konuyu aynı tema üzerinden güncele taşıyalım. Seçim akşamı İstanbul’da şalvarlı, gömlekli, sakallı bir abimiz bir arabanın üzerinde müzik eşliğinde ilginç hareketler yaparak daha doğrusu kendisinden beklenmeyen dans figürleri eşliğinde  eğlenir. O dans ettikçe sırtındaki zaferin sembolü olan parti bayrağı da onun hareketlerine göre savrulur. İtiraf ediyorum, içimden bu abi dönüş yapmıştır, o kötü âlemlerin içinden kopup gelmiştir, dedim.

Ayrıca mükemmel, hakkını vererek dans etti. Taş çıkarırcasına, düşman çatlatırcasına...

O günler de ben de kendi sevincimi konuşarak anlatabileceğim arkadaşlar aradım, fakat ne hikmetse, herkes dut yemiş bülbüle dönmüştü. Kimse dünyayı sarsan bu seçim sonuçlarını görmezden geliyor, umursamıyordu. Sosyal medyadan dinlediklerinden veya izlediklerinden yorgun düşmüşler “tamam artık yeter bu kadar” diyerek herkes işine gücüne aşkla sarılmıştı.

“Ülkemizdeki demokrasi zaferimiz hepimize hayırlı olsun!” diye yazdığımda WhatsApp grubunda bir kişi bile “kutlu olsun, hayırlı olsun, Allah utandırmasın vs.  bile yazmamıştı.

Haklı olarak, tartışma çıksın istemedik zaten yakışık kalmazdı” gibi sebeplerle gerekçelerini sunsalardı iyi olacaktı.  Ertesi gün okulda “seve seve” oy kullanmaya gidenler olarak kendi aramızda muhabbeti koyulaştırdık.

Bazen düşünüyorum: Bu sevinç imkanı onların elinde olsaydı! Onlar ne yapardı acaba, diye sormadan edemeyeceğim. Daha hiçbir şey belli değilken “yılların ve algıların büyüttüğü bir öfkeyle ohhh kazandık derler ya da sokağa çıkamayacaksınız, derlerdi. Dediler zaten.  Parmak sallayarak “hesap soracağız” tehditlerini duyardık. Duyduk zaten.

Bu tür kelimelerle duygularını, nefretlerini daha artırarak ve açık şekilde sosyal medyada paylaştılar.

Sevinç de hüzün de insanoğlu içindir. Hakaret etmeden, haddi aşmadan; kendi dünyasında, kendi özgürlükleri içinde yapabilir. Herkes sevinebilir veya yas tutabilir veyahut da bir daha onunla asla diye karar alabilir..

Nitekim, İstanbul’da dans ederek sevincini ifade eden o, sakallı şalvarlı abimiz bir özür videosu yayımlamış. “Bu kıyafette yakışmadı o eğlence bize.  Nefsimize uyduk, Allah affetsin bizi,  herkesten de özür diliyorum” diye beyanatta bulunması samimiyetinin en güzel göstergesiydi. Bir Müslümana yakışır  tutum sergiledi. Bir çok beğeni ve yorum aldı. 

Aslında yaptığı şey çok da yanlış değildi belki de ama görmeye alışık olmadığımız bu tutum onun Cumhurbaşkanımızı  aşırı sevmesine ve sevinmesine işaret olarak yorumlandı. “Bunu bize Reisten başkası asla yaptıramazdı.” beyanı daha bir memnuniyet ifadesi oldu. Yüzde elli iki virgül on sekiz oy oranı ile destekleyenler memnun oldu.

 Toplumda “değerler dizgesi” vardır. O “değer çizgileri” çerçevesinde insanlar, belli yere oturtulur, belli kalıplar çerçevesinde tutulur.  Bunlar önyargılardan oluşur ve kısmen de doğrudur. İnsanoglunda bir miktar önyargı da  olması gerekir.

Müslümandan namaz kılması beklenirken Hristiyan’dan da Haç çıkarması. Her neye hangi özellikleri verilmiş ise ona göre öyle davranması beklenir vesselam.