KİTABIN ADI: DİRİLİŞ (Mahşerin Galibi)

Uzun süre sahipsiz bir eşya gibi öğretmenler odasının masasında boynu bükük kalmış kitabı alıp sayfalarına şöyle bir göz gezdirdiğimde birkaç tane Gazze kelimesini görünce dikkatimi çekti. Bu kitabı okumak yorucu bir yolculuk gibi geldi bana.

Kitabın ön sayfalarından arka sayfalarına ağır ağır ulaşmak meseleydi. Tavsiye edilmiş bir kitap değildi ve sayfalardaki satır sayısı da sanırım biraz fazlacaydı.

Lakin bir hatıra kitabını da andırıyordu. “Ben dili” ile yazılmıştı. Mühendis olan ancak savaşlarda askeri görev alan bir komutanın kaleminden çıkmıştı. Kimdi bu muzaffer komutan? “Mehmet Cemal Oğlu mülazım-ı evvel Ali, hoş geldin!” dediklerinde ismini öğrenmiş olduk kendisinin.

Bir Çanakkale savunmasının muzaffer komutanı/gazisi olarak Selahattin Eyyubi’nin fethettiği Mısır'a gönderilir. Oraları görmüş, savaşı yaşamış, acıyı ıstırabı bilen birinin gözünden şahit olmak için her şeye, yürüyorum kelimelerin ardından.

Bakışlarım satırların arasında akıp giderken önemli yerlerin altını çiziyor, çok daha önemlisinin yanına yıldız atıyor bazen ne sayfanın üzerine notlar düşüyordum.

Cavit Kırcı’nın kaleminden çıkmış bu eseri ve yazarını ilk defa okudum. Dilindeki edebi hassasiyeti ve güzel betimlemeleri görünce okumaya değer olduğunu ve tavsiye edilebilir kitaplar listesinde bulunması gerektiğini kavramıştım.

Çanakkale'de Balkanlarda savaşmış, Balkanlar’daki yenilgiyi Çanakkale’deki zaferi tatmış biri olarak İngilizlere karşı Gazze’de savunma savaşı yapmış. Zaferi göğüslemiş, bir komutanın daha sonraki saldırılarda yenilmesiyle Şam'a çekilmiş, oradan da Anadolu'ya doğru yolculuk yaparken başından geçenleri tek tek anlattığı tarihi bilinç ruhu veren ve realist yaklaşımla yazılmış bir kitaptı bu.

İngiliz ordusundaki Türkçe bilen Ermeni zalimlerinin Türk askerlerini ilaçlı havuza atıp gözlerinin kör olmasına ve değişik hastalıklara yakalanmasına sebebiyet vermesi ayrı bir acıydı.

Bugünlerde, Gazze’ye insanlık götüren vicdan gemileri Sumut filosundaki aktivistleri esir eden İsrail’in, Türkçe konuşan askerleri gibi.“Kolası Rüstem bey ile yaptığım, bu zihin açıcı sohbetten sonra tank hurdası üzerinde yeniden keşfe koyuldum.” Bu cümle bana Ömer Muhtar filmini hatırlattı. İngilizlerin yaptığı ve ilk defa gördüğü tankı incelemesi ayrı bir durum.

Sonra kahramanımızın yeni bir ordunun elemanı olarak trenlerle Ankara'ya gelişi, Ankara'da bir vatandaşın barışa, ülkenin kurtuluşuna yönelik umudunun kahramanımızca zaman zaman hatırlatılması... Bunun zafere olan inancının kuvvetlenmesine sebebiyet verdiğini söylemesi...

İstanbul'a gelmesi işgal altındaki İstanbul'un günlerini yaşaması Nafia Merkezine gidip tekrar göreve başlamak istemesi, kalacak yeri olmaması, ancak eskiden kirada oturduğu yabancı uyruklu birinin evini temizleyip orada kalmaya çalışması ve kendisine kimsesi olmayan o yabancıdan büyük bir miras kalması, İstanbul'un işgali ve sefalet günlerini yaşaması, Bekir Ağa nam birinin işkence mekanları, kendisinin Giresunlu olması, Giresun'un da Rusların işgaline uğraması, ailesini korumak zorunda olan babasından gelen mektuplarla tüm bunları öğrenmesi...

Topal Osman Ağa'nın Kurtuluş savaşı yıllarında Ruslara karşı nasıl mücadele etmiş olduğu, sonra Ankara'daki idam edilişine/öldürüşüne yer vermesi... Bundan çok sarsılması ve ardından Sakarya muharebesinde görevlendirilmesi... Hüseyin Avni gibi bir vatan evladını şehadetine şahit olması...

Savaşın bitmesi üzerine babasının teşviki ile Semiha isimli İstanbul’da tanıştığı hanımla evliliği, Bursa'da uzun süre vazife yapması... Daha nice nice olaylar yaşaması. Yıllar sonra torunuyla Çanakkale'yi ziyaret etmesi...

Sizde yoruldunuz mu bunları okurken. İşte uzun bir yolculuk dediğim şey buydu ve yol bitmiyor, mücadele, gözlem bitmiyordu. Kitaptan birkaç paragrafı hem yazarın üslubunu hem de değindiği konuları bilmek açısından yazmam gerekiyor.

“Bağdat düşmüştü. Kut'ül Âmare kahramanı Halil Kut Paşa’a çekilmişti. Bu aralıkta Yıldırım Orduları komutanlığı kurulmuştu. Amaç Bağdat’ı geri almaktı. İşte biz, bu hal içinde Şam'da bekliyorduk..

...

“Evet, kumandanım kolası Rüstem Bey, ben de sizi aynen tasdiklerim. Bilhassa düşman, en alçak metotlarla propagandasını yapmaktadır. Çanakkale Cephesi’nde bizatihi şehadet ettim ki ele geçirdiğimiz Hintli Müslüman kardeşlerimizin kimisi halifemiz efendimizin Almanların esiri olduğuna kimisi de Almanların kuklası olduğuna inandırılmışlardı. Bu Hintli kardeşlerimiz, güya İstanbul'un kurtulması ile halifenin de Almanların elinden kurtulacağına inanıyorlardı.”

...

“Âlâ, “harp hiledir!” der iki cihan selveri Peygamberi Zişanımız. Evet, öyledir. Harp sahasında hile esastır. Çünkü harp, topyekûn yapılan bir fiildir. Propaganda da harbin önemli bir öğesidir.”

...

“Şu halde bir yeniden dirilişi gerçekleştirmedik. Bunun içinde milli olanları yaşatmalıydık. Aslında önce milli kavramını oluşturmalıydık. Yıllarca Osmanlı içinde hiç ihtiyaç duymadığımız bir kavramı oluşturmaydık..”

“Ziraat Bankası'na yatırdım. Bu parayla sanki gönülden vefalı bir bağ kurmuş gibiydim. Faiz gelirinin haram olduğu bir inancın mensubu olarak büyümüş ve buna göre yaşamıştım. Dindar da sayılmazdım ama dinime bağlıydım işte.”

Maalesef harp sonrasında gazi de olsam memleket şartlarının ağırlığı karşısında bizim gibilere ihtiyaç yoktu. Bu yaklaşım karşısında harbin her yönünü görmüş bir gazi olarak ne memleketime ne devletime ne de milletime karşı gönül koydum.”

Bu cümlenin yanına ben de “adam be!” yazmışım.

Bize bu tür fikirleri veren kitabın okunmasını tavsiye etmek memlekete hizmettir diye düşünüyorum vesselam.

AHMET TAŞTAN