Sözlükte şehadet; “ hazır bulunmak, müşahede etmek, şahitlik yapmak, haber vermek, bilmek ve benzeri anlamlara gelirken bu sözcükler içerisinde kavramın öz manası ise “ bir nesnenin hakikatini kati olarak bilmektir”.

Somut olarak, kelime-i şehadet, Allah yolunda ölme manalarına gelirken soyut olarak Allah’ın zatını müşahede ederek O’nda yok olmaktır. Rabbini hakkıyla tanıma, kendini O’nda kaybetmek, Mevla’nın yüceliği karşısında erimek, eşsiz güzelliğe şahit olmak… Duruşu, düşüncesi, umudu, hayali, ideali olan, hayatını sadece kendisi için değil, vatanı, milleti, dini, nesli için yaşayan kişinin kendini değerleri uğruna feda etmesi ise şehitlik. Peygamberlikten sonra en yüce mertebe, en ali makam. Zahiren ölüm hakikatte ise diri olma hali…

Rabbimizin kelamında: “ Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.” ( Bakara Suresi; 154.ayet) Bu gerçeği en güzel şekilde bizlere aktarıyor. Ölümün bir yok oluş değil yeniden var oluş, dünya gurbetinden ahiret yurduna giriş olduğu, inananlar için aşikârdır elbette. Ancak şehadette ayrı bir hakikat, bambaşka bir âlem, aklın yetersiz kaldığı, çok başka bir gerçek çıkıyor iman ehlinin karşısına.

Yaşamak dediğin ne uğruna olduğunda kıymet kazanıyor aslında. Diğer türlü kâinatta farklı birçok canlı yaşayıp gidiyor. Yunus Emre’nin “ Yunus öldü diye sala verirler, ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.” Beyti içinde hikmetler barındırırken insanoğlunun cesetlerden ibaret olmadığını bizlere ne kadar da veciz bir şekilde anlatıyor.

Şehadeti arayan ve davası uğruna koşan canlar için ölüm korkulası bir durum değil; hakikat kapısını aralamak, Gerçek Sevgili ’ye kavuşmak anlamına geliyor. Ve bu yüzden kadim medeniyetlerden beri, adanmış ruhlar için kılıç ve mızrağın, top ve tank ve tüfeğin, şimdilerde ise bomba- füzenin, hiçbir farkı yok. Çünkü ne olursa olsun söz konusu vatan, millet ve dini değerler olduğunda iman dolu göğüsler, cesaret ile doluyor.

Azlık ve çokluk kavramları, anlamını yitiriyor. Kâinatın Sahibinin buyruğu gereğince “ Nice küçük topluluklar, Allah’ın izniyle büyük kalabalıklara üstün gelmiştir”… Zalimin, hainin görünürdeki fazlalığı, onu şımartsa da hakikat sevdalıları bilir ki mazlumun yanında arşın Sahibi vardır. Müminin tek korkusu olmalıdır, o da Hakkın rızasını kaybetmek…

Tarih, cesareti ile zalime dimdik duran örnek şahsiyetlerle doludur. Başta Rabbimizin elçileri, peygamberleri, yıllarca sürdürdükleri mücadeleleri ile karşımıza çıkıyor. Hatta kendi milletleri tarafından şehit edilmiş peygamberler dahi bulunmaktadır.

Yahudilere gönderilen Zekeriya ve Yahya AS, Baba- oğul, şehadet şerbetini içmiştir. Efendimizin güzide torunları, gözünün nurları, Hz. Hasan ve Hüseyin de şehit edilmiştir. İslam’ın ilk şehitleri karı-koca Hz. Sümeyye ve Hz. Yasirdir. Bedrin ve Uhudun aslanları, Firavunun karşısında dimdik duran Hz. Asiye’nin şehadeti, Libya’da sömürgeye karşı çıkan Ömer Muhtar, Kudüs davasının liderleri, İsmail Haniye ve Yahya Sinvar, sadece birkaç örnektir.

Kurtuluş savaşımızın mücadelesinde toprağa düşen nice erimiz, yiğidimiz, Mehmetçiğimiz, 15 Temmuz’da vatanı, milleti için sokağa dökülen, gözünü bile kırpmadan tanka, füzeye direnen nice vatandaşımız, hepsi bir amacın derdini yaşamaktadır. Kadını, erkeği, genci, yaşlısı, çocuğu, hepimiz, sala sesiyle başlayan mücadeleye” ezanlar susmasın, bayrağımız göklerden inmesin” diyerek koşmuş, kimimiz şehit, kimimiz bu uğurda gazi olmuştur. Çünkü vatan her ne olursa olsun bizim kırmızı çizgimizdir.

Komutanıyla telefonda helalleşen, şehit olacağını bilerek yola düşen Ömer Halis Demir, buna en güzel örneklerden biridir. 30 kurşunla şehadet şerbetini içmeden önce baş haini öldürmeyi başarmıştır. Bulundukları konumlarda canları pahasına mücadele eden nice isimsiz kahramanlar sayesinde şuan özgürce topraklarımızda yaşıyoruz. Yeri ve zamanı geldiğinde yapması gerekeni, onlar bizim için yaptılar.

Şimdi ise sıra bizde… Bize düşen elbette bellidir, her ne konumda ve görevde isek hakkıyla vazifemizi yapmak, gaflete düşmeden vatanımız için mücadele etmek zorundayız. Bize bu vatanı kanları ile emanet eden şehitlerimize minnet borcumuzu ancak bu şekilde ödeyebiliriz.

Sözün özü; “ Kim, bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda,

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda…

( Mehmet Akif ERSOY)

Sevda ÇEVİK