Olayları enine boyuna tartmak, iç sesimle çözüm yollarını üretmek, çözüm yollarını dile getirmek ve sorunların çözümünü takip etmek mesleğimin gereği, görevim olarak kabul ediyorum. Zaman zaman mesleki toplantılarda, aile meclislerinde, dost sohbetlerinde ülkemizin ve dünyanın pürü melal hali sorulur, sorgulanır, kendi ekseni etrafında çözüm yolları ortama dökülür. Ekonomik büyüklük bakımından dünyada ilk yirmide olan ülkemizin gelişmişlik endeksi bakımından çok daha gerilerde bulunmasını bir Türk vatandaşı olarak kabullenmekte zorlanıyorum. Bu durumu ruhumun kaldırması mümkün olmadığı gibi içimde kaldırmıyor. İçimde fırtınalar esiyor, isyan ediyorum ama ne çare ki çare bulamıyorum.

Bilindiği gibi ekonomik zenginliğin toplumsal gelişmişliği temsil etmediği bilinen bir gerçek. Gelişmiş toplum demek, toplumun bütün değerlerinin ve ürettiği hizmetlerin, sosyolojik olarak toplum tarafından benimsenmesiyle anlam buluyor. Toplumsal gelişimin, dünya gelişimine verdiği katma değer, o toplumun gelişim endeksini olumlu yönde etkilemekte. Ben önce bir insanım, sonra Türk sonrada Müslümanım. Bütün bu özelliklerin en önemlisi şüphesiz insan olmak özelliği en başta geliyor. İnsan olmak özelliğinin içinden vicdan ve inanç değerini çıkardığınız zaman; insan, insan olmaktan çıkıyor, o zaman insan et ve kemik yığınından başka bir şeye benzemiyor. Bu bakımdan vicdan ve inanç saygı ile beslenebilirse et yığını olan insan o zaman manevi bir ruha bürünebiliyor. Manevi ruhla beslenen insan o zaman adil düzenin teminatı olabiliyor.

Zaman haklının değil güçlünün yanında koşuyor. Hak, o kadar zor bir mefhum olmuş ki; kimin haklı, kimin haksız olduğunu hak terazisinde tartamıyorsunuz. Hak terazisi, vicdani kıt insanların elinde olduğu müddetçe bu daha da adaletsiz bir düzenin hüküm sürmesine vesile oluyor ve bundan sonra da olacak.

Ülkemiz konum itibariyle eşsiz bir güzelliğe ve aynı zamanda eşsiz şartlara sahip. İnsanımızın inanç değerleri bakımından insan haklarını her türlü değerin üzerinde tutması gerekiyor. Sosyolojik çürümüşlük, inanç değerlerini ve insan olma bilincini külleyerek adeta örümcek içinde kalmasına vesile oluyor. Yaratanın her türlü imkânları bağışlamakta cömert davrandığı ülkemizde, insan kaynaklı geri kalmışlığın acısını içimizde öylesine derinden hissediyoruz ki buğz etmemek mümkün değil.

Ülkemizde ki adil düzenin yetersizliğine gösterdiğimiz buğz, Gazze’de, Doğu Türkistan’da ve diğer Müslüman coğrafyalarda yaşanan insanlık dışı eylemler ile daha da katmerleniyor. Gazze’de yaşananları basın yoluyla görüyoruz ama Doğu Türkistan’da yapılanları çok bilmiyoruz. İnsanlıktan nasibini almamış emperyalist devletlerin yaptığı zulümler insanı hep karamsarlığa itiyor. Siyonist faşist terörist İsrail’in yaptığı bu zulümlere karşı başı dik, toprağı, vatanı, inancı ve değerleri için eğilip bükülmeden kahraman Gazze halkının direnci, hayatta hala bazı değerlerin ayakta kaldığını gösteriyor. Bu inanç ve direnç insanı biraz olsun hala hayata pozitif bakılması gerektiğini zorluyor. Gazze halkının direncine şapka çıkarırken, sözde Müslüman olduğunu iddia eden tolum ve topluluklardan ise utanç duyduğumu ifade etmek istiyorum.

İnsanlarımız her ne surette olursa olsun bir yaprak misali esen yelin gücüne göre kontrolsüz savrulmadan insan onuru adına dik durmayı davranış haline getirebilmeli. Ülkemizin içinde bulunduğu insan kaynaklı çıkmazlar negatif yaşamların kaynağını oluşturmakta. Negatif yaşamlardan kurtuluşun anahtarı hiç şüphesiz iyiliksever ve haksever insanların varlığı ile mümkün olabiliyor. İyiliksever ve haksever insanların varlığı pozitif bakışları ancak çoğaltabiliyor.

Ülkemizde ve dünyada yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen sağlıklı bir ruh halinde yaşamak adına, insan kendisini olaylara pozitif bakması gerektiğine alıştırıyor. Olaylara ya negatif bakıp dünya üzerinde bir nokta kadar değeri olmayan bir nesne gibi yaşayıp gideceksiniz ya da olaylara pozitif yönden bakıp işlemeyen düzenin içine çomak sokarak insanların adil düzen içinde insanca yaşamasına vesile olacaksınız.

ÖZER YILMAZ