Biraz sonra bir mesaj düşer telefonuma: “Hocam, yazınızı bekliyoruz” diye. Şimdi ben ne yazayım bu mesaj üzerine? Hiçbir şey yazmak istemiyorken. Lakin içine bir rica manası kaçmış bu mesaj   aslında yılların vermiş olduğu birikimi harekete geçirmek için bir kıvılcımdı sadece.

Şimdi televizyon ekranlarından saatlerce seyretmiş olduğum haberlere nasıl bir yorum yazayım? Yolsuzluk ve terör ile suçlananlarının, üzerine kondukları -ve benim aklımın asla almadığı- o kadar büyük paraları mı? Kınından sıyrılmış kılıçlar gibi dillerini kullananlar kendisine yakın televizyon kanallarında meseleyi değerlendirmeye çalışıyorlar?

Henüz yargı tarafından yeterli açıklamalar yapılmadığı ifade edilmesine rağmen yangından mal kaçırır gibi bir tarafı suçlayarak üste çıkmaya çalışan ve algıyı yönetmek isteyen bir dil görüyorum ekranlarda.

Devletin yetkili kurumları, yasalardan aldığı yetkilerle çalışırken meselenin siyaset üstü bir olduğunu düşünenler henüz net olarak konuşmuyorlar. Çünkü yargı işini daha sağlıklı yapabilmeli. Bundan önce, cinayete kurban giden Narin yavrunun haberleri gibi bütün kanallar meseleye odaklanmış durumda.

“Hocam, haftalık yazınızı bekliyoruz.” mesajı biraz sonra gelir. Ramazan ayının verdiği manevi iklimde hatim indirmek için Kur’an-ı Kerime yönelmiş zihnim, dün sabah sahur vakti aç haliyle şahadete yürüyen Gazze’nin masum yavrular hakkında yazmam gerektiğini söylüyor. Genetiği bozulmuş insan sürüleri Siyonistlerin yaptığı katliamları anlatacak kelimeler artık yok. Yüreklerden yükselen feryatlar, atılan bombaların sesleri karşısında cılız kalıyor.

Gazze’deki mücahitlerden gelen talimat üzerine, İnegöl Sivil Toplum Platformu da heykel önünde konuşmalar ve dualar yaparak zalimleri protesto ettiğini not düşmeliyim buraya. Ertesi akşam da konvoyla İnegöl sokaklarına aşan protestolar gönlümüzün acısını dindirmeye yetmeyeceğini biliyoruz.

Ne onulmaz zalimlermiş ki bir türlü kafalarını toplayıp kendilerini hesaba çekecek erdemli bir duruşa henüz ulaşamadılar, ulaşamazlar da. Öldürmek için yaptığı bunca harcamayı, yaşatmak için yapsaydı kim bilir neler olurdu? Ama tıynetlerinde yok zalimlerin.

Ayrıca meali ile beraber takip etmeye çalıştığım Kur’an-ı Kerim'de, Yahudilerin,  insanlığın başına nasıl bir bela olduğu da anlatılmakta. Ben de hakka’l- yakîn  olarak başımla onaylıyorum.

Hep şunu istemişimdir öteden beri... Keşke bu zulüm benim yaşadığım bir çağda ve coğrafyada olmasaydı.

Dünyanın kanlı  tarihinde tüm zalimlerin, binlerce masum çocuk ve kadınları öldürdüğünü, milletleri vatanından sürdüğünü ve acı işkenceler yaptığını okuyoruz. Onlar artık tarih olmuşlar deyip geçerdik. 

Siyonist İsrail'in vurduğu Gazze, içimizde bir yara misali kanıyor. Yürüyüşler yapıyoruz, gür sesle haykırıyoruz, devamlı konuşuyoruz. “Bunlardan bir şey çıkmaz!” diyenler oluyor, kahroluyoruz. “Peki, sen bir şey söyle de onu yapalım!” dediğinizde, bizim elimizden gelenler, onun aklına çok uzak.

“Aynı sebepler, genellikle aynı sonuçları doğurur” ilkesi gereği zalim zalimliğini yapıyor. Mazlum mazlum konumda ve direniyor... Uzakta olanlar kendi konumlarını belirlemeye çalışıyorlar. Gazze direnişi, sekülerleşen bazı Türkiyeli müslümanların gözünü açmalıdır.

Bir avuç insanla meydanda, elimizdeki Filistin bayrakları ile bekliyor, konuşmaların arasında sloganlar atıyor, bazen gökyüzüne dönmüş nazarlarla büyük bir yardım bekliyoruz.

Semadan yeryüzüne eğer bir emir gelecekse Gazzeliler gerekeni yapıyor, siz de aynı direnişi gösterin, yardım yakındır mesajını bekliyoruz.

AHMET TAŞTAN