Ahmet Taştan'ın köşe yazısı

Son zamanlarda değişik yöntemle elime aldığım iki tane İskender Pala kitabımız vardı. Kitapları okumak uzunca bir vakit aldı.

“Okudukça beni hatırlamanız dileğiyle... Damla Furuncu” notu düşülen kitapların ilki İTİRAFNAME.

Yavuz Sultan Selim gibi bir padişahın huzurunda 15 gün, “sözü kesilmeden” sürecek bir itiraf söz konusu. İlk sayfalardaki konuşmalar, okuyucunun dikkatini çekiyor, merak uyandırıyor.

“-Akbaba dedikleri sen misin?” diye sordu, Yavuz Sultan Selim tatlı sert.

“Evet, o benim. Lakin bana ‘karga’ demeni tercih ederim ey Sultan. Gördüğün gibi halimde ‘akbabalık' bir iştiyak kalmamıştır.”

“Pekala, Karga Efendi, bana Molla Lütfi’yi tanıdığın söylendi, doğru mudur?”

“Evet, ey Sultan tanırdım.”

“Tanırsın ama anlatmazsın.”

“Anlatamam.”

“Karga, ne zamana kadar?”

Mahkum sarsılır gibi oldu. Sultan neden diye soracağına “Karga ne zamana kadar?” diye sormuştu. Bu soru onu allak bullak eden, bütün ömrünü tersine çeviren soruydu. Bu soruyu Molla Lütfi de aynı şekilde sormuş, bir tek ‘evladım' demediği kalmıştı...

İşte Müslümanların düşmanı, İslam’ın düşmanı Eğribozlu Orino...

Bu kalınca kitap, padişahın karşısında 1. Gün: Felaket, 2. Gün Devlet.. gibi başlıklar açılarak 15 gün devam eden bir İTİRAFNAME’dir.

Ornio, farklı kimliklerle Osmanlı payitahtında ve Avrupa topraklarında değişik roller üstlenmiştir. Molla Lütfi’nin yanında kalmış, ondan çok büyük faydalar görmüş ama içindeki kin ve nefret asla azalmamış. Her fırsatta onu yani Molla Lütfi üzerinden Müslümanları zarara uğratmak istemiştir.

Böyle biri var mı, bilmiyorum ama Molla Lütfi’nin idamı sanırım tarihsel bir gerçeklik.

Molla Lütfi’nin fikirleri biraz farklı ama asla din dışı değil. Şu ifade güzel: “Bilgisi ve kulluk bilinci ile imanına; kibri ve hırsıyla nefsine yenik düşüyordu” diye tanımlamaya çalışıyor yazar. Karga, “bilhassa cemaatler dikkatimi çekti ve onları ifsat ederek gemiyi delme fikrine kapıldım” diyor.

Aslında hikayenin ana temelinde nakarat gibi  yani her daim gönderme yapılan Hızır (AS) ile Musa (AS)’ın hikayesi yatmakta.

“Öldürülecek bir çocuk, örülecek bir duvar ve batırılacak bir gemi vardı...” ifadesi birkaç yerde geçiyor.

“Yönetme şehvetiyle kışkırtılacak ihtiras ve gurur neticesinde oluşacak bir cemaat aidiyeti ve onunla zedelenecek bir tarikat müessesesi, güçlü devletin rüzgarını kesecek ve bütün kurumlar fersudeleşecekti.”

Altını çizdiğim cümleden bir tanesi bu. Fatih Sultan Mehmet,  Ali  Kuşçu, Kemalpaşazade gibi alimlerden bahseden satırları unutmamalıyım.

Romanda, Fatih Sultan Mehmet’i “Büyük Kartal” olarak sıfatlandırıyor. Bunun yanında birçok devlet ricalinin ismi de sıralanıyor. Fakat Müslümanlara zarar vermek için gizli bir örgüt de kuruyor o dönemde. Toplumda fitne ve fesat, bu örgüt üzerinden yayıyor. Bu örgüt, bize günümüz Fetö’sünü de hatırlatıyor. “Aşere-i Muhammes’e çatısı altında devleti her alanda yükseltmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağıma and içerim” kısmını “Aşere-i Muhammed’e çatısı altında Büyük Kartal’ın ve devletinin helâki için hiçbir felaketten kaçınmayacağıma and içerim” biçiminde tekrar ediyor yani değiştiriyor.

Çok uzatmayayım kitabı okumak için çok istekli olacağınızı zannetmiyorum ama Molla Lütfi’nin namazla alakalı sohbeti çok mükemmeldi. 4-5 sayfa tutar namaz muhabbeti. Lakin fitneci Orneo, oradan bir cümleyi kesip “Kuru bir namaz bir işe yaramaz” gibi derleyip ulema arasında tartışmaya sebebiyet verir.

Sonra Molla Lütfi yakalanıyor. Onun bazı fikirlerine zıt dinî anlayışa sahip kadılar tarafından yargılanıyor. “Zındık” olduğunu derin tartışmalardan sonra karara bağlanıyor ve idamına hükmediliyor.

Fatih Sultan Mehmet’in portresini yapan Bellini’nin uşağı olarak tekrar saraya geliyor. Lakin padişah bir gözü kör olan bu yardımcı fitnecinin resmini, kendi resmini çizmesinden önce yapmasını istiyor. Kitabın kapağındaki resim, işte bu fitnecinin bir gözü çıkarıldığı için kötü görülmesin diye profilden çizmiş olduğu resminin olarak not ediliyor.

Bu fitneci adam, bir akşam evine dönerken elinden tutmuş masum kadının çocuğunu kaçırıyor. Sonra “onu kurtarmak istiyorsan gel al” diyor. İkisini de öldürüp bir kıyıya bırakıyor.

Bu, o kadar iğrenç geldi ki bana... O kadar acıdım, o kadar çok üzüldüm ki.

İlim adamlarının ve devlet adamlarının arasında gelip giderken kendini hiç fark ettirmeyen bu hain, Molla Lütfi’nin, onu seven taraftarlarının gözleri önünde, idam edilmesinden sonra kesik başını görüyor.

İdam sonrası görevlilerin,  Mollanın başını bir çuvala koyduğunu görüyor. Cesedini götürürken Mollanın parmaklar arasından bir ufak kağıt parçası düşüyor.

“Karga, daha ne zamana kadar, evladım” diyen satırı okuyunca her şeyi ters yüz oluyor. Tabii normalde idam edilecek düzeyde bir suçu yoktu yani bir bakıma Molla Lütfi suçsuzdu. Üstadın hakikatte öğrencilerinden olan Kemalpaşazade de bu meseleyi kendisine konu edinip “zındıklık” ile alakalı araştırmalar yapmıştı. Aslında Molla Lütfi’nin sevenleri de var... Yani idam edilmesinin doğru olmadığını savunanlar da.

Lakin böyle acı bir olay yaşanmış. Neden acı olay diyorum, çünkü romanın beni taşıdığı nokta burası.

Karga denen bu fitneci adam, o bir satırlık cümleden çok etkilenip tövbe ediyor ve şöyle bir ifade kullanıyor.

Akbaba yani meşhur lakabıyla Karga, Hristiyan mı, Müslüman mıydı? Bunun ne anlama geldiğini bilmezden gelerek şöyle cevaplıyor soruyu. “Allah demeye başladım ve Allah’ı düşman bellemekle aslında ‘kaçamayacağım bir kadere koştuğumun’  farkına vardım. O'nun kulu olduğumu farkına vardım. İsterse cehennemin de yaksın... Madem ki O'nun kuluyum, elbet bir gün merhameti...” Cümleleriyle kavi düşmanlığının azaldığını ve tövbeye kapı araladığını anlamış oluyoruz. Lakin o günkü toplumda çok büyük yaralar açmış. Kitabın son paragrafı Yavuz Sultan Selim, Şeyhülislam’ın elindeki pusulayı alıp okudu. Kör Cenevizli, bir şekilde zindana geri dönmüştür. İyilik yapmak kadar vicdanı rahatlatan başka bir hayat tarzına tahammül edemediği değerlendirilmektedir.

Malumunuzdur ki bir romanın arkasında “Kaynakça” diye bir bölüm bulunmaz. Lakin  İskender Pala hocamızın maşallahı var. Her yıl bir eser yazma prensibinden ödün vermeden  eserlerini, derin araştırmalar sonrasında en uygun kurguyla şekillendirdiğini biliyoruz.

Bu vesile ile, bir profesöre yakışır bilgi dolu romanlarını okuyarak istifade ediyoruz. Belki de bize bir araştırma konusu da sunmuş oluyordur romanlarıyla.

244 sayfadan oluşan hacimli romanın Kapı Yayınlarından çıkmış olması ve kapak yapısının da normal kağıt olmaması dikkatimizi çekiyor.