Merhaba İnegöl'ün güzel insanları!
İnegöl'ün tarih ve kültürüne dair yazılarımıza devam ediyoruz.
Tarihin tozlu sayfalarında adı pek sık anılmasa da, İnegöl coğrafyası, binlerce yıl öncesine dayanan köklü bir geçmişe ve gizemli izlere ev sahipliği yapmaktadır. Bitinya Krallığı’ndan kalan sessiz tanıklıklar, İnegöl Höyüğü’nün derinliklerinden çıkan arkeolojik miraslar ve mitolojik anlatılarda adı geçen Uludağ’ın (Mysia Olimposu) kutsal kimliği… Bu yazıda, İnegöl’ün tarihsel derinliğini gözler önüne seren bu unsurları keşfe çıkıyoruz.
Bitinya Krallığı’nın Gölgesinde İnegöl: Prusa’dan Modra’ya
Anadolu topraklarında kurulan ilk devletlerden biri olan Bitinya Krallığı (M.Ö. 297 - M.Ö. 74), Trakya’dan göç eden Bitinler tarafından kuruldu. Bu halk, Troya ve Mizya toplulukları gibi Kocaeli Yarımadası’na yerleşerek bölgenin kaderini değiştirdi. Bitinya Krallığı’nın adı bu bölgeyle özdeşleşti; sınırları zamanla genişleyerek Marmara ve Karadeniz sahillerine kadar ulaştı.
Bitinya’nın en güçlü dönemini yaşayan kral Prusias I., devletin sınırlarını doğuda Gerede’den Orhaneli Çayı’na kadar genişletmişti. Bursa şehri de bu dönemde, ilk kez Kral Zipoites tarafından kurulmuş, ancak gelişimini Prusias I. döneminde tamamlamıştır. Bu nedenle şehir, onun onuruna Prusa adıyla anılmıştır.
Bitinya Krallığı, yüzyıllar boyunca Bergama, Pontus, Frigya ve Kapadokya krallıklarıyla mücadele etti. Bu mücadeleler sonucu zayıf düşen krallık, Romalıların siyasi manevralarına karşı direnememiş ve M.Ö. 74 yılında Roma İmparatorluğu tarafından ilhak edilerek tarih sahnesinden silinmiştir.
Ancak bu krallık, yalnızca bir tarihsel not olmaktan öte, bize Bursa, İzmit gibi şehirleri kazandırmış ve İznik’i (eski adıyla Antigonya, sonradan Nikya) başkent yaparak kalıcı izler bırakmıştır.
Modra’nın Sessiz Tanıklığı: İnegöl Höyüğü
Bitinya dönemine ait doğrudan bir yazılı kaynakta İnegöl’e dair detaylı bilgiler bulunmasa da, 19. yüzyılda yapılan bir keşif, bu bölgenin tarih öncesine dayanan köklü bir yerleşim yeri olduğunu ortaya koymuştur.
1847 yılında, Tanzimat Dönemi’nin prestij yapılarından biri olarak inşa edilmek istenen İnegöl Emlâk-i Şâhâne Binası için temel kazısı yapılırken ortaya çıkan arkeolojik kalıntılar, bölgenin geçmişine ışık tuttu. Uzmanların yaptığı incelemelere göre bu kalıntılar, M.Ö. 2000 yıllarına, yani yaklaşık 4000 yıl öncesine aitti.
Bu bulgular, Ege Göçleri olarak bilinen ve M.Ö. 11. yüzyıldan başlayıp M.Ö. 250-200 yıllarına kadar süren göç hareketlerinin ardından Modra (bugünkü İnegöl) coğrafyasında yerleşimin başladığını kanıtlamaktadır.
Olimpos’un Zirvesindeki Efsane: Uludağ ve Mitolojik Buluşmalar
Antik Çağ’ın en belirgin özelliklerinden biri olan çok tanrılı batıl inanç sistemi, Anadolu’nun yüksek dağlarını kutsal kabul ediyordu. Bu inanışa göre, tanrıların en büyüğü olan Zeus ile tanrıça Kibele, zaman zaman Olimpos adı verilen dağlarda bir araya geliyordu.
Anadolu’da Olimpos adını taşıyan 12 dağdan en görkemlisi, bugünkü Uludağ’dır. Antik çağda Mysia Olimposu olarak anılan bu dağ, yalnızca bir doğa harikası değil, aynı zamanda mitolojik dünyanın da en kutsal buluşma noktalarından biri olarak kabul edilmiştir.
Bu mitolojik anlatılar, Uludağ’a sadece bir coğrafi yükseklik değil, kültürel ve dini bir anlam da yüklemektedir. Bu yönüyle Uludağ, sadece Bursalıların değil, tarih boyunca birçok medeniyetin gözünde özel bir yere sahip olmuştur.
İnegöl, yüzeyde sıradan bir Anadolu kasabası gibi görünse de, derinlere inildiğinde binlerce yılın sessiz tanıklığını yapan bir tarihe sahiptir. Bitinya Krallığı’nın siyasal mirasından İnegöl Höyüğü’ndeki arkeolojik sessizliğe, Uludağ’ın zirvesindeki tanrısal efsanelere kadar uzanan bu hikâye, bölgenin zengin tarihsel dokusunu gözler önüne seriyor. İnegöl’ü sadece bugünün değil, geçmişin ve mitlerin de şehri olarak görmek gerekiyor.
Sıradaki yazımızda görüşmek üzere! Yaşam sevinciniz eksik olmasın!
MURAT ALTIN
Kaynak: gencgazete.net