Ârâbî, kaçan (ne zaman) bu haberi ki işitti Yusuf Peygamberden… (Ârâbî de için için ağladı ve de) ayıttı: - Kimin tâkati ola ki bu haberi, Yakûp Peygambere ide bile.. (Yani: ilete bile..
Deyince bu işin, kendi tarafından yapılabileceğini söyleyen Ârâbî), dahi (hemen bu sözünün ardından) devesini Ken’an (iline doğru) yöneltti; ve gitti. Kaçan (ne zaman) kim Ârâbî, Ken’an (iline) indi; ehli ve akrabaları karşı geldiler (ve onu karşıladılar.
Mısıra varmadan niçin geri döndüğünün sebebini, sordular ve) söylediler (ki kendilerine bu konuda bilgi vere. Fakat Ârâbî, bunun sebebini onlara) söylemedi hemîn bunun (nedenlerini)…..
Dedi kim (bu konuda hemen söz ) söylemek üzerime haramdur. Tâ ki risâleti,Ya’kûp Peygambere tebliğ etmeyince… (Risalet tebliğ edilince tarafımdan bu konuda sizlerede bilgi verilecektir).
Kaçan (ne zaman ki) gecenin sülüsü (üçte biri), geçti. Duru geldi Ârâbî. (ayağa kalktı ve) ilerü vardı. (Yakûp –aleyhisselâm’ın kapısını çaldı ve) ayıttı:
- Esselâmü aleyke Ya İsrâîl! Allah (rızası için sizi ziyarete geldim) ve Mısır Şehrinde (yaşayan) bir hazîn ve bir garîp Yusuf adlu bir yiğit, beni sana gönderdi (diye dış kapıdan içeru doğru seslendi).. Meğer kim (gerçek şu ki orada) Yusuf Peygamberün bir kız karındaşı var idi. Kaçan kim Ârâbînin avazını işitti ve ayıttı:
- Kimdir? (gecenin bu saatinde eve gelip kapıyı çalan?) ve bizi çağıran? İsrâîl’in hüznünü (gecenin bu saatinde) yenileyen (ve de depreştirecek olan?) Ol, (yani: İsrâîl, şu anda Hak Teâlâ ile münâcattadur; (kendini ibadete vermiştir. Onunla konuşmak için benim ile) kavga itme.
(Zâten O’nun derdi başından aşmış); kendi derdi kendine yeter. (Bir de sen, Onun başına dert olma! ). Sen bana haber vir (Ona ne söyleyeceksen onu bana söyle!) Ben kendisine haber vereyim dedi. Bunun üzerine: Ârâbî, ayıttı:
- (Yusuf Peygamber) beni, ona gönderdi; sana göndermedi (deyince Yusuf’un kız karındaşı, Ârâbîyi içeri aldı ve babasına) ayıttı: - Ey ata! Sana beşâret olsun! (Cevaben) Ya’kup Peygamber ayıttı:
- Gözümün nuru olan) Yusuf beşâretinden gayri beşaret (bana) gerekmez. (yalnız) anın beşâreti, bana gerektir. Gayri beşareti (ben), niderem… Kızı ayıttı ve dedi ki: - (Ey ata! Bu gelen Ârâbî), karındaşumYusuf’un resûlüdür; sana geldi; şu anda kapudadur. (Verilen izin üzerine) Ârâbî, içerü girdü ve ayıttı:
- Esselâmü aleyke yâ İsrâîl! Esselâmü aleyke yâ Nebiyyallah! Ve ey hüzün denizinde müstağrak olmuş Yusuf’un atası! Ben, Yusuf’un resûlüyem Andan sana risâletim vardur.
Kaçan kim Yakûp peygamber -aleyhisselâm- Ârâbîden bu haberi işitti: - Ah! Yusuf dedi ve çağırdı… Bir anda mütehayyir oldu (ve şaşırdı). Bir saatten sonra (kendine geldi) ve ayıttı:
- Ey Ârâbî! (gerçekten) benim habîbim (olan) Yusuf’u gördün mü? Dedi. Ârâbî (bunun üzerine ) ayıttı: - (Gerçekten ben Yusuf’u gördüm ya Nebiyyallah! (deyince Yakup Peygamber, ayıttı: - Ey Ârâbî! Gel.. İki gözünü öpeyim… Hak Teâlâ’dan emelim budur kim cehennem odına yanmayasun (dedi) ve Ârâbînin iki gözünü öptü Dahî (sonra da) ayıttı:
- BanaYusuf’un haberini ayıt! (söyle!) işiteyim… Hiç yüzünde “Kara Ben”i var mıdur? Ârâbî, ayıttı: Yusuf’un yüzündeki “Kara Ben”i, döktüğü göz yaşları, mahvetti; eserin komadı. (Şu anda Yusuf’un yüzünde “Kara Ben” den bir eser kalmamıştır). (YARIN DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)
RECEP AKAKUŞ Hocanın eserinden düzenleyip yayına hazırlayan
Ayhan Talha Bayraktar