Bütün maddî imkânlarına rağmen siyonist teröristlerde, depresyona giren, hattâ intihar edenler görülürken; Allahʼtan başka sığınak, barınak ve dayanakları olmayan Gazzeli mazlumlarda, intihar vakasına rastlanmıyor. Bilâkis, bomba yağmuru altında, ana, baba, kardeş, evlât şehid oluyor, ev-bark gidiyor, buna rağmen isyan etmiyor ve yürekleri yansa da;

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

“…Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir.” (Âl-i İmrân, 173) diyerek Allâhʼa sığınıyor, Oʼna hamd ediyorlar.

Bir hadîs-i şerîfte;

“…Uğradığı haksızlığa sabredenin Allah şerefini artırır...” buyruluyor. (Tirmizî, Zühd, 17)

Hakîkaten, insanlık nezdinde Gazzeli mazlumların şeref ve îtibârı artarken, onlara bu zulmü revâ gören zâlim siyonistler, her geçen gün daha büyük bir öfkeyi üzerlerine çekiyor, kendi elleriyle kendilerini rezil ve zelil ediyorlar.

Gazzeli müʼminlerin dirâyet, metânet ve ruh asâletine, insanlıktan nasibi olan herkes şâhitlik ediyor. Hattâ gayr-i müslim coğrafyalardaki nice nasipli gönüller, onlar sayesinde İslâmʼı araştırıp hidâyetle şerefleniyor.

Onlar, müslümanın dâimâ ümitvâr olması gerektiğini, şartlar ne kadar menfî olursa olsun, ümitsizliğin bir müʼmine aslâ yakışmadığını, hâl lisânıyla tâlim ve telkin ediyorlar.

Yine onlar bu vakur duruşlarıyla bütün cihana şunu tebliğ ediyorlar ki; hiçbir şey gibi zulüm de sonsuza kadar devam edemez. Zâlimler ne kadar güçlü görünürlerse görünsünler, zulüm de kendisine takdir edilen vakit nihâyete erdiğinde, mutlakâ zevâle mahkûmdur.

Bedir Gazvesi, İslâm ve îmânın bir nevî var oluş mücadelesi mâhiyetindeydi ve mü’minlerin zaferiyle neticelenmişti. Bedirʼde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, zırhı üzerinde olduğu hâlde şu âyeti okuyarak çadırından çıkıyordu:

سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَ يُوَلُّونَ الدُّبُرُ

“O topluluk yakında hezîmete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar.” (el-Kamer, 45)

Bunu gören Hazret-i Ömer (r.a) şöyle diyor:

“Bu âyet Mekke’de nâzil olduğu zaman kendi kendime; «Acaba hangi cemaat bozguna uğratılacak? Kime galebe çalınacak?» demiştim. Bedir günü gelip de Rasûlullah (s.a.v)’in bu âyeti okuduğunu duyunca, hezîmete uğrayacağı bildirilen topluluğun Kureyş müşrikleri olduğunu anladım. Âyetin tefsîrini o gün öğrendim.” (İbn-i Saʻd, II, 25; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 312)

Ashâb-ı kirâm, Mekkeʼde sayıca az ve maddî bakımdan zayıf hâlde iken gelen bu ilâhî vaadin kendileri eliyle gerçekleşeceğini muhtemelen tahmin bile etmiyor, herhâlde Allah Teâlâ güçlü-kuvvetli bir başka kavim getirip Mekke müşriklerini bertaraf edecek, zannediyorlardı. Fakat yakın bir gelecekte gördüler ki, Allah dilerse, nice zayıf ve az denilen toplumlar, güçlü-kuvvetli zannedilen toplumlara gâlip gelebilir.

OSMAN NURİ TOPBAŞ