Bugün sizlerle, hepimizin en çok ihtiyaç duyduğu, adeta hayatımızın merkezinde olması gereken bir konuyu, yani "Sulh"u konuşmak istiyorum. Sulh... Ne güzel, ne anlamlı bir kelime değil mi?
Sadece sözlük anlamıyla bile içimizi ısıtan, barış ve uzlaşma demek olan bu kavram, aslında hayat felsefemizin ve inancımızın ta kendisi. Zaten dinimiz İslam'ın kelime kökeninde de "barış ve selamet" manaları yatıyor. Rabbimiz, bizi işte bu huzur ikliminde yaşamaya davet ediyor.
Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de, müminler arasında bir çatışma çıktığında hemen arayı düzeltmemizi emrediyor: "Eğer müminlerden iki grup birbiriyle çatışırlarsa hemen aralarını düzeltin..."
Bu emir, bize sırt çevirmek yerine, el uzatmayı, köprü olmayı öğretiyor. Anlaşmazlıkları sulh yoluyla çözmek, sadece bir tavsiye değil, hepimizin sorumluluğu.
Yetmiyor, Cenab-ı Hak, düşmanlık besleyen diğer toplumlar bile barışa yanaşırsa, bizim de yanaşmamızı istiyor: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et..."
Ne büyük bir incelik, ne muazzam bir çağrı! Bu, bize dünya barışını esas almayı, kapıyı her zaman sulha açık tutmayı emrediyor. Benim de gönülden inandığım, dinimizin yeryüzündeki her türlü bozgunculuğu, çekişmeyi ve çatışmayı sona erdirip, yerine sulhu hâkim kılma gayesi tam da budur.
O yüzden Allah (c.c.) bizden topluca barışa ve güvenliğe (İslam’a) girmemizi istiyor ve bunun zıddının, yani kargaşanın şeytana uymak olduğuna işaret ediyor. Ne kadar çarpıcı, değil mi? Şeytanın yolu kargaşa ve nifak; Rabbimizin yolu ise huzur ve selamet... Tercih bizim!
REHBERİMİZ PEYGAMBERİMİZ (S.A.S.): Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bu sulh ilkesinin yaşayan en güzel örneği. Düşünün ki, Mekke'de Müslümanlara yapılan akla hayale gelmez işkencelere karşı bile misliyle karşılık verme yoluna gitmiyor. O, sabırla direniyor, hakkı ve yanlışlığı anlatıyor. Bu, benim için gerçek gücün tanımıdır; öfkeyi yutmak, intikam yerine tebliğle direnmek.
Hicretten sonraki Medine'de ise farklı inançtan, farklı soydan kabilelerle yaptığı anlaşmalarla, yüzyıllık kan davalarını bitiriyor. Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki düşmanlığı kardeşliğe çevirmesi, sadece o döneme değil, tüm zamanlara ders niteliğindedir.
Hele ki Hudeybiye Antlaşması... Zahiren Müslümanların aleyhine gibi görünen şartları bile, sırf barış yolunu açmak için kabul etmesi, O'nun sulh konusundaki kararlılığını gösteren en çarpıcı örnektir. O, rahmet peygamberi olarak, zor olanı değil, hayırlı olanı, yani barışı seçmiştir.
Peki, sosyal hayatta bu barış ortamını nasıl inşa edeceğiz? İşte burası çok önemli sevgili dostlar. Öncelikle şunu kabul etmeliyiz: Farklıyız! Soy, renk, dil, statü, meslek...
Hepimiz birbirimizden farklıyız ve bu, bir zenginliktir, ayrılık sebebi değil. Barış içinde yaşamanın temel şartı, bu farklılıkları kucaklamak, onları hayatın rengi olarak görmek.
Bir de adil paylaşım meselesi var ki, toplumun huzur katsayısını en çok etkileyen konulardan. İsraftan kaçınmak, zenginliği Allah'ın bir nimeti bilip zekât, infak, sadaka gibi ibadetlerle ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak, sosyal dengemizi koruyor. Kur'an-ı Kerim'in o güzel ayeti ne diyor:
"O takva sahipleri bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah güzel davranışta bulunanları sever." Bu, sadece bir mali ibadet tanımı değil; aynı zamanda olgun bir Müslüman karakterinin de özeti.
Unutmayalım ki, karamsarlık, kin, nefret ve intikam gibi duygular, barış ortamının en büyük düşmanlarıdır. Bunlar kalbimize çöken kara bulutlardır. Dinimiz ise bunun tam karşısında durur: Diğerkâmlık (başkalarını düşünme), affetme, şefkat, doğruluk, adalet, merhamet ve kardeşlik...
Bu değerler, bizim temel direklerimiz olmalı.Bu erdemleri benimsediğimizde, sadece birey olarak güzelleşmekle kalmayız, aynı zamanda İslam'ın istediği güzel ahlaklı fertlerden oluşan o huzur ve barışın hâkim olduğu toplumu da inşa etmiş oluruz.
Kendi içimizde sulhu sağlayan, kalbini kinden, nefretten temizleyen insan, dış dünyasına da ancak barış ve esenlik yayar.
Unutmayın; bizim dinimiz, kalpten başlar, tüm dünyaya yayılır. Gelin, bugün kalbimizdeki küçük çatışmaları sulh yoluyla çözelim, etrafımızdaki farklılıklara sevgiyle bakalım ve her hareketimizle, her sözümüzle birer barış elçisi olalım. Dünya, bizim bu gayretimizle daha yaşanılır, daha güzel bir yer olacaktır.
Sevgi ve dua ile kalın... Daima sulhta kalın.
NUR GÜL SENA
Kaynak: Temel Dini Bilgiler (İslam-1) Ders Kitabı- MEB