Kur’an’da anlatılan Fil Suresinin ana şahsiyetinin Ebrehe olduğu rivayet edilir ki bu oldukça güçlü bir rivayettir. Sûrede Planları boşa çıkarılmış bir fil ordusundan bahsedilir. Zannımca bu sûremizin özünü Al-î İmran Suresinin 54. Ayeti açıklamaktadır: “Onlar, plân yaptılar. Allah da plân yaptı. Allah, en iyi plân yapandır”. Sûremiz vasıtasıyla çok büyük bir hezeyana uğramış, planları altüst olmuş bir topluluk bizlere işaret ediliyor; rivayetler bizleri Ebrehe’nin ordusuna götürüyor.

Ebrehe, Yahudi bir topluluk olan Himyar Krallığına karşı büyük başarılar göstermiş Aksumlu Hristiyan bir komutandı. Aynı zamanda subaylık kariyeri boyunca Yahudilere ve Putperestlere karşı büyük harekâtlar başlatan başarılı bir kurmay idi. Ebrehe, Mekke’nin dini/ekonomik cazibesini kıskanıyor olmalı ki Kabe’ye rakip olacak biçimde Kulleys Kilisesini inşa ettirmişti. Ebrehe, bölgedeki tek dini ve iktisadi otorite olmak istemişti ve Hristiyanlığın kutsal bir mabedini bu güç oyununa alet etmişti.

Bu bakımdan Ebrehe, en doğrusunun kendi inancı olduğuna inanmış ve bütün kazancı/ilgiyi kendi topraklarına yöneltmek istemiş gibi duruyor. Kabe’ye olan saldırısı da bunu doğrular bir nitelikte. Kabe’yi yıktıktan sonra Arap Putperestleri Kulleys’e yönlendirme arzusunda olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan Arap Yarımadasında Mekke üzerinden gerçekleşen ticareti baltalamak ve oradaki iktisadi hareketi Yemen’e doğru taşımak istiyordu. Bu onun için muhtemelen Hristiyanlığın ve Putperestliğin arasındaki mücadelenin farklı bir tezahürüydü.

Ancak Ebrehe bu iddiasında samimi bile değildi. Derdi ne Hristiyanlıktı ne de Allah’tı; koruyucusu olan Roma İmparatorluğu ile daha sıkı ilişkiler geliştirmek, Hristiyan Dünyada daha fazla duyulmak, daha görkemli mabetler inşa etmek ve daha fazla gelir kazanmak onun için pek mühim olmalıydı. Kulleys’te edilecek samimi ibadetleri değil, bu mabet vasıtasıyla gelecek kazancı düşünüyor olmalıydı. Kulleys Kilisesi için Roma’dan pek çok mozaik ustası getirtmesi ve lokal diğer mabetleri de merkezileştirmesi bizlere bu sonuçlara götürüyor.

Ebrehe, mutlak otorite olmak istiyordu. Bütün nimetleri ve imkânları kendisine yöneltme gayesindeydi. Zannımca Kur’an’ın bu hususu ele almasının sebeplerinden birisi de her çağda Ebrehe’nin zihniyeti ile karşılaşmamız. Yani sadece kendi doğrusunu, sistemini ve çıkarını önemseyen bir zihniyettir Ebrehe’nin zihniyeti.

Mecliste şu sıralarda Kur’an Meallerine yönelik değişiklikler konuşuluyor. Değişikliğin yöntemi ve amacı, düzenleme teklifinde şöyle ifade ediliyor: “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilen meallerin, Başkanlığın yetkili ve görevli yargı merciine müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilir.”

Öncelikle şunu ifade etmek lazım ki şayet ortada bir dezenformasyon (bilginin çarptırılması/tahrifi) varsa bile bununla olan mücadele yasaklarla ve zorbalıklarla olamaz Bu tarz fevri ve radikal hareketler insanlarda saygı ve hoşgörüyü değil daha çok kaygıyı ve merakı uyandırır. Şayet Kur’an Meallerinde suiistimaller olduğuna inanıyorsanız bile bununla olan mücadelenin basın/yayım sürecine hukuki olarak el atmak ve “yayınları toplatmak” gibi Engizisyon Mahkemesinden hallice kararların mecliste konuşulması bile gelecek nesillerimiz için büyük bir ibret kaynağıdır.

Ki ortada bir dezenformasyonun olmadığı pek açıktır. Basında kitapları toplatılacağı iddia edilen İlahiyatçılarımız sadece ana akım düşünce ile düşünmeyi reddeden hocalarımızdır. Bunun haricinde YÖK Tarafından Doktoraları tanınan ve düzenli dersler veren şahsiyetlerdir. Akademik zihinlerin bu tarz iddialarla meşgul edilmesi bile pek korkunçtur. Bu sürecin pratik/mevzuat izdüşümü tam olarak belli olmadığı için net konuşmuyorum tabii ki, ancak bu kanun teklifinin detaylıca konuşulması ve basında dolaşmasının bile özgür düşünce ortamına yakışmadığı kanaatindeyim. Bu iddiaların haberlerde okunduğu bir memlekette donanımlı ilahiyatçılarımızın beyin göçünü tercih etmelerinin sebebi aşikar gözükmektedir.

Doğru’nun tek olduğuna inanmayalım, saygı ve akademik çerçeve içerisindeki bütün fikirlere karşı hoşgörüyle yaklaşalım. Kafirun Suresinde ne kadar inanmayanlar ile inananlar arasındaki sınırlar çizilse bile aslında bu sure bir özgürlük manifestosudur. Fikir ve vicdan hürriyetinin en güzel ifadelerindendir. Fikir ve vicdan hürriyeti üzerine inşa edilmiş Kur’an’ı yasaklarla beraber anmayalım.

Ülkemizin ilahiyat literatürünü dünya standartlarında zenginleştiren hocalarımızın katkılarını hor görmeyelim ve genç ilahiyatçılarımızın şevklerini kırmayalım. Kur’an’ın eşsiz anlatımına ışık tutan hocalarımızın kalemlerini baltalamayalım. Kendi doğrularımızla değil hikmet ve hakikatle ilgilenelim. Bu talihsiz sürecin konuşulduğu ve haber edildiği bu süreçten geri dönülmesi dualarımla.

ALİ KURNAZ