Bütün bereketiyle gönüllerimize konuk olan mübarek Ramazan ayına kavuşmanın verdiği heyecanla sürüyorum kalemimi satırlara.

Yaratıcının katında her “zaman”ın ayrı bir değeri vardır lakin Ramazan ayının değeri bambaşka. Kullarını huzuruna çağırmak ve yolunca yürümeleri için onlara zor gelen sevaplı işleri de yazdığı bir aydır bu. “Sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı” buyurmuyor mu?

Bu fermanı alıp ruhumuza yerleştirdikten sonra şükürlerle hamdlerle yolumuza devam ediyoruz.  Ne de çok ibadetimiz var bu ay içinde! Müslümanın bir günü ibadetle başlar ibadetle biter bu ayda. Rahmet ve mağfiret, yarılmış gökyüzünden sular seller gibi üzerimize dökülmekte bu ayda.

Lakin bu bereketten nasipsiz olanlar da var modern, çağdaş, laik ve benzeri kavramların rüzgarını etkilenen. Bunlar için;  “Gökten inci mercan yağsa / Nasipsiz olanın bağına bir damlası düşmez, der şair Ziya Paşa.

Tabii Ramazan ayına girince sınıflarda öğrencilerimize konu ile ilgili açıklamalar yapmak durumunda kaldım. Dînî bir mevzu olduğu için meseleyi, din dersi öğretmenlerine yükleme saçmalığına düşmedim.  Bir matematikçi, fizikçi, kimyacı, coğrafyacı, tarihçi, edebiyatçı... Tüm öğretmenler Ramazan’la alakalı birer hatıra anlatıverse çocuklar üzerinde derin tesir oluşur kanaatindeyim.

Okulda, kantinin önündeki kalabalık dikkatimi çekti. Beklediğimiz bir durumdu ki yabancılık çekmedik. Fakat oruç yiyenlerin görünmemesi ile ilgili ufak tefek tedbirlerin alınmasını da beklerdik. Dışarıda ramazanla alakalı bir sürü hazırlık yapılırken okullarımızda hiçbir şey olmamış gibi davranılması teşvik konusunda büyük bir zaafiyettir.

Değil mi ki insan, anne babasından ziyade çevresinin çocuğudur. Yani okuldaki arkadaşlarından etkilenmektedir. Öyleyse yapılması gereken şey, Ramazan'ın geldiğini cümle cihana duygusal, psikolojik, sosyolojik,  sanatsal açıdan duyurmaktır.

Merak edip sordum sınıflarda hatim yapan gençler var mı diye. Bir iki sınıfta kendilerinin Kur’an-ı Kerim okuduğunu, hatim indirdiğini söyleyenler çıktı.  Ben de “ikindi sonrası Kur’an-ı Kerim okuduğum zaman, sanki açlığımın gittiğini, kolumdan serumla ilaç verildiğini hissediyorum” diye duygusal tecrübemi dile getirdim.

Ramazan'la alakalı bir şeyler söylemek gerekirse... Birbirimize karşı saygılı olmamız gerektiğini, oruç tutmayanların oruç tutanları özendirmeyecek şekilde yemeleri veya hiç yememeleri ya da göz önünde olmamalarını anlatırken; eski İstanbul'da Rum ve Ermeniler çocuklarına “Müslümanlar oruçluyken sokaklarda parklarda yemek yemeyin” diye uyardığını aktardım.

Oruç gibi bol bereketli bir ibadetin sevabından nasibini almamış insanlara Peygamber Efendimiz (sav)’ in: “Burnu yerde sürünsün! Burnu yerde sürünsün! Burnu yerde sürünsün! diye tekrarlayıp üstüne basarak söylediği uyarıcı ifadeleri aktarmak gerekiyordu.

Bu kişiler için yapılan uyarı, acaba kaç gönlün titremesine vesile olabilir.

“Hoş geldin Yâ şehr-i Ramazan” diyor ve bağrımıza basıyoruz:  İftarıyla, teravihisiyle, sahuruyla, sadakasıyla, fıkrayla, paylaşmasıyla, dayanışmasıyla, yalandan vazgeçmekle, kavga etmek isteyene  “Ben oruçluyum!” demekle günlerimizi tamamlıyoruz tamamlayacağız...

Ramazan medresesinde aldığımız eğitimi, Şevval sokağında da devam ettirmek istiyoruz, vesselam.

AHMET TAŞTAN