“Senden uzak diyarlarda iken ruhumu gönderir, toprağını öperdi. Şimdi kendim geldim Ya Resulallah, elini ver de öpeyim!” diyen Peygamber (sav)’in soyundan Ahmet Er-Rufai’nin sözleri gibi olsun isterdim sözlerim.

 Bu günahkar halimizle o makamın çok uzağında olarak Peygamber (sav)’in huzuruna sevgi ve hürmetle ilerliyorum.

Sağımda, solunda, önümde ardımda İslam ümmetinin temsilcileri hükmündeki  Malezyalı, Arap, İranlı, Özbekistanlı, Endonezyalı, Pakistanlı daha nice Müslümanlarla birlikte yarım adım, yarım adım yaklaşıyoruz.

Babaları ufak çocuklarını omuzlarına almış, yaşlı ve zayıf kurumuş babasını tekerlekli sandalye yerleştirmiş, kimi cep telefonundan Mescid-i Nebinin en güzel yerini  kameraya alırken, kimisi uzaktaki bir sevdalıya: “Bak bu bana göre solda kalan, üzerinden Muhammed Rasulullah yazıyor” derken; görevli de elini kolunu yukarıdan aşağıya oynatarak Resuluhllah’ın kabrini gösteriyor. Yanında yani ayak ucunda mağara arkadaşı Sıddık Hz. Ebu Bekir (Ra), onun yanında yani ayak ucunda adalet güneşi Hz. Ömer’in (Ra) kabri.

Lakin telaffuzlarda “kabir” kelimesi yok. “İşte onlar, orada, ahireti beklerken görünen mücessem bir varlık gibi işaret ediliyor.  Önünde iri yarı bir Müslüman aylama sesleri bir inilti gibi... Hüzün, hasret, hürmet, hicran, gönül gönül geziyor dualı dudaklarda...

“Es-selamü aleyke Ya Rasulullah, Es-selamü aleyke ya Habiballah, es- selamü aleyke ya seyyidel murselîn...

Sandalyede oturan yaşlıya hürmet eden resmi kıyafetli askere, içimden bir sevgi alevi harlandı. İki adım sonra kısa böyle bir ziyaretçi ona sarılıp hüngür hüngür ağladı. Teselli eden parmaklar şefkatli yolculadı onu diğerleri gibi. Saygıyla geri geri atılan adımlar ve orada bırakılmış gönüller yığını. Allah’ım nasıl bunca selamı bir anda alıyor Efendimiz (sav). Bunca sevgiyi hangi kucağına sığdırıyor Rasulullah (sav).

Halbuki tüm insanlık için yaklaşık 23 yıllık peygamber olarak ömrünü bütün gayretiyle bir elçilik görevini yerine getirene bunca sevgi azdır belki. Kimse onun kadar sevilmedi. Çünkü Allah sevdi onu, kâinata sevdirdi. Ona inanmışlar yurdu Medine’nin her köşesine Onu görmek, ondan bir iz bir işaret yakalamak için dolaşıyoruz ziyaret yerlerini.

Uhud’da, Onun bastığı toprak parçası ya da onun ayağını öpme nasiplisi bir taşa denk gelir miyim, telaşındayım. Bir hurmalık görünce, acaba burası Allah’a borç olarak verilen yer mıdır, diyesim geldi. Mehdi’nin en güzel hurma bahçesini Allah’a borç verdiğini eşine söyleyince memnuniyetle kabul eden o eşsiz sahabe hanıma gıpta etmiştim.

Acaba bu hurma ağaçları ona gölgelik etti mi, düşüncesine yakalandım. Zaten onu rüyasında görmek nasiplisinin işi iken ondan bir nişana/ize rastlamak mümkün olur muydu gönül gözüme.

Medine, peygamber şehri.  Üzerinden onca zaman ve insanın su gibi akıp gittiği belde. Yanık gönüllü aşıkların, tâ ötelerden  terennüm ettiği namelerin buluştuğu makam. Yeryüzüne ihtiyacı olan güzel ahlak ve insanlığın ruhen yayıldığı belde. Son vakit namazını, son ziyareti de yaptıktan sonra eşyaları araca yerleştirdik, mahşer meydanının hazırlığını hissettiğimiz ihramı da sırtımıza vurduk.

Şimdi anlamın merkezi Mekke’ye doğru yolculuk başladı. Ben bu satırları gerçek zamanlı olarak yazmıyorum. Rabb’im her isteyene nasip etsin.

AHMET TAŞTAN