Sevda Çevik yazdı

“Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi; ekip biçip gidecektik…”   Cahit ZARİFOĞLU

“Dünya, bir ağacın altında gölgelenme vakti kadardır, “ derken Rahmet Elçisi, insanın ömrünü ne kadar güzel özetlemişti. Geçici, kısa, bir rüya misali gelip giden hayat yolculuğu ve insanın misafir oluşu kâinata.  Ama ne tuhaf ki sanki hiç ölmeyecekmiş gibi saplanıp kalması dünya hayatına. Oysa Mevla’nın deyişiyle dünya hayatı bir aldanma ve oyalanma eğlenceden ibaretti.

“Sen dünyanın içine gir ama dünya senin içine girmesin!” Derken erenler, En Sevgilinin mesajını idrak etmişlerdi. Hayatın ve ölümün kol kola olduğunun farkına varanlar, yattığı zaman ölümü yastıklarının altında; kalktıkları zaman ise karşılarında bilmişlerdi.

 Fani hayatın süsüne ve debdebesine kapılmaktan kaçınmışlardı her daim. Baki olanın kadiri mutlak olan Allah olduğunu hücrelerine kadar hissetmişlerdi. Onlar ölmeden önce ölünüz, talimatını hayata geçirenlerdi.

İnsan; nisyan( unutkan) varlık olduğundan mıdır bilinmez, rüyayı hakikate değişecek kadar ahmak oluyordu yaşarken. En yakınlarını toprağa gömerken, ölümü iliklerine kadar hissedip; daha mezardan dönerken miras kavgalarına tutuşan evlatların durumu başka nasıl açıklanabilir ki…

Her gün bir bir kayıp veren insanın faniliği gözünün önünde an be an dururken kendine uzak sayması ölümü ve debelenip durması baki olmak için. Yaşlanma karşıtı metotlar arayışı durmadan sanki mümkünmüş gibi çırpınması hep ölümü kendine yakıştırmaması.

Dünyanın emanetçisi değil de sahibi olduğu yanılgısında olması insanın en büyük handikabıydı aslında. Ecel dediğin genç yaşlı, çoluk çocuk da dinlemiyordu oysa. Yalan dünya karşımızda öylece tüm şaşası, süsü püsü ile dururken apaçık bir hakikat de gönlümüzde ve gözümüzde cereyan ediyordu her daim…

Nelere şahit olmuyordu insan ömür yolcuğunda… Gencecik bir bedenin toprağa düşüşü, bir annenin ardından yakarışı, gözü yaşlı çaresiz evladını sonsuzluğa uğurlaması, inanmak istemeyişi onun yokluğuna, yavrusunun kokusunu araması her kokladığı çiçek de ve ona kavuşacağı hakikat âlemine ermeyi beklemesi sabırla metanetle…

Ömür ve ölüm arasındaki ince sırra vakıf olanlar için sabrı cemil gerekti elbet.  Çünkü asıl âlem, sonsuzluğa açılan ahiretti. Öyleyse fani hayatı, en güzel biçimde ekip biçip değerlendirmek, geriye bir hoş seda ile göçüp gitmek dilemeliydi insanoğlu. Hırs, bencillik, aç gözlülük,  kibir, haset, zulüm gibi kötü hasletlerle doldurmamalıydı kalbini. 

Gelip geçeceği yerleri kalıcı sanmamalıydı artık uyanmalıydı gaflet uykusundan. Sermayesi eriyip giden adamı hatırlamalıydı. Zamanın akıp gittiğini unutmamalıydı… Gerçek Sevgiliye kulak kesilmeliydi bir an önce, ölüm ona gelmeden…

“Asra ant olsun ki! İnsanlık ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.”   

( ASR SURESİ )