Özer Yılmaz'ın köşe yazısı

Gece geç saatlere kadar bilgisayarın başından kalkmaz, sabah olunca bütün dünyanın yükünü taşımış gibi yorgun kalkardı. Yusuf Osman için bilgisayarın başında sabahlamak hayatının yaşam tarzı olmuştu. Yine hayatının rutinini yaşıyordu, göz kapaklarını fersiz açarak uyanmıştı ama içi hala geçkindi. Tamamen uyanıp yeni güne başlayıp başlamayacağı tereddüdünü içinde yaşayarak yatağın üzerinde gerindi.

Bu hareketiyle kaslarını güçlendirmek, yeni hayata hazır hale gelmek istiyordu. İlk gerinme ile kendine gelemedi, yeni bir gerinme harekâtını denedi ancak bu gerinme kaslarını fazla zorlamış olacak ki, sağ baldırına kramp girdi. Krampın verdiği acının şiddetini göğsünün ortasında hissetti. Göğsünün ortasına bir öküz çökmüş gibiydi.

Önce korktu acaba kalp krizi mi geçiriyorum diye ama sonra kendi kendisini teselli etmeye çalıştı. İç sesiyle oğlum Yusuf Osman bu yaşta ne kalp krizi daha 18 yaşında bile değilsin. Bu yaşta kalp krizi mi olur muş? Bir yandan kendisini iç sesiyle teselli ederken bir yandan da daha iki ay önce 19 yaşında olan mahalleden arkadaşı olan Hasan’ın ani ölümü aklına gelmişti. Kim düşünebilirdi, 19 yaşında ki bir gencin kalp krizinden öleceğini.  

Yusuf Osman 5 çocuklu ailenin son çocuğuydu. Her aile de olduğu gibi Yusuf Osman, ailesinin en küçük çocuğu olduğu için biraz şımarık yetiştirilmişti. Bir dediği iki edilmiyordu, her istediği anında karşılanıyordu. Ailesinin bu davranışı Yusuf Osman’ın başarısını olumsuz etkiliyordu. Babası çok zor şartlarda okumuş, bir devlet dairesinde müdürlüğe kadar yükselmişti.

Uzun yıllar müdürlük yaptıktan sonra yaş haddinden emekli olmuştu. Müdürlükten emekli olan Hakan, hatırı sayılır bir mal varlığına sahipti. Babasının mal varlığından güç alan Yusuf Osman okumak, üniversiteye gitmek düşüncesinde değildi. Yusuf Osman’ın okuma konusunda ki isteksizliği babasını üzüyordu.

Hakan, oğlunun okuması, bir devlet dairesinde iş sahibi olması ya da kendi işini yapabilecek bir mesleki beceriyi kazanabilmesi için okumasını istiyordu. Yusuf Osman’ın isteksiz tutumu karşısında, Hakan’ın elinden de bir şey gelmiyordu. 

  

Hakan’ın baskısı Yusuf Osman’ı bunaltmış, bunun bedelini evden kaçarak ödemeyi aklına koymuştu. Yusuf Osman eğitim alma konusunda ne kadar isteksizse, ticaret yapma konusunda ise aksine çok istekliydi. Yusuf Osman evden kaçtıktan sonra annesi Vildan, Hakan’a kızmış, oğlunu biran evvel bulup evine getirmesini kavga ederek istemişti. İş yapan herkesin illa da bir üniversiteyi bitirmelerinin zorunlu olmadığını söylemiş, oğlunun isteklerine kocasının saygı duymasını istemişti.

Hakan’ın içi içini yiyordu, kendisi o kadar zor şartlarda okumuştu ki, anlatacak olsa romanlar yazılabilirdi. Hakan, anne babasından uzakta yatılı okulda okuyarak bir yerlere gelebilmişti. Şimdi oğlunun yediği önünde, yemediği arkasındaydı ama okuma isteğinin olmamasına canı çok sıkılıyordu.

Acaba Michael Hopf doğru mu söylemişti "Zor zamanlar güçlü insanlar yaratır. Güçlü insanlar iyi zamanlar getirir. İyi zamanlar zayıf insanlar yaratır. Zayıf insanlar zor zamanlar getirir." Yusuf Osman’ın tercihlerini düşününce Michael Hopf’a içinden hak verdi.