Sosyal medyadan haber izlemeye ne gözümüz dayanıyor ne de gönlümüz dayanıyor. Açlığın, sıcaklık gibi her bedene nüfuz ettiği böyle bir zamanda yaşıyor olmaktan utanır olduk. Allah, zalimleri kahru perişan edecek; müminleri de bir araya toplayıp cesaretlice zalimlerin üstüne salacağı vakitler uzakta mıdır, bilmiyorum.

Fakat ekmeksiz, susuz, yemeksiz bunca zamandır aç kalan Gazzeli Müslümanlara karşı, siyonist zalimlerin yapa geldiği davranışlar, artık yüreğimizi iyice sarsar oldu. Bazen ülkemizde çıkan yangınlar ya da başka ülkelerde insanların başına gelen felaketleri okuyunca “hak ettik bunu” diyesimiz geliyor. Dünyanın ufacık bir köşesinde böyle bir zulüm yaşanırken tatiline giden, günlük eğlencesinden taviz vermeyen insanlar olduğumuz müddetçe başımıza “her türlü musibet ve bela” Allah tarafından gönderilebilir.

Tüm bunların yanında bazı modern, çağdaş, seküler kafalı insanlar; doğal afetlerin insanların davranışlarıyla bir alakası olmadığını, bunların tamamen belli sebeplere bağlı olarak oluştuğunu söylerler. Evet, başta insanların da kusurları veya kasıtlı davranışlarına bağlarlar. Yüce Rabbimizin ezeli kaderini hesaba katmadan yaşayan ve konuşan bu zihniyet sahipleri virüs gibi yayılıyor maalesef.

Fakat biz Müslümanlar olarak, “başımıza gelen musibetlerin yine kendi elimizle yaptığımız hataların bir karşılığı olarak verildiğini” biliyoruz. Dolayısıyla Rabb'imizden istiğfar ediyoruz, etmeliyiz. Cenab-ı Allah’ın ateşe yakma kuvveti verdiğini, rüzgara onu savurma/yayma gücünü bağışlayan olduğunu da biliyoruz. Bizlere de hak ettiğimizde harekete geçme ve zulme dur deme imkanı veremez mi?

Yeryüzünde bazı kötülüklerin, bazı insanlar tarafından giderileceğini ferman buyuran Allah'tır.

Lakin hepimiz biliyoruz ki dünya tarihinde böyle büyük facialar olduğunda Rabbimizin hesap görmesi çok, çok acı oluyor. Ve ayet-i kerimelerden anladığımız kadarıyla “Allah onlara zulmetmez, ancak onlar kendi yaptıklarıyla bu cezayı hak ederler” ifadesi ile kendimize dönmemiz gerekiyor.

Zalimler, iki asırdır Müslümanları kendi tahakkümleri altına almak için sinsi planlar çerçevesinde çalıştılar. Bunun sonucunda gençlerimiz duyarsız, insanımız umarsız oldu. Özellikle bu yaz mevsiminde kendi rahatımıza, kendi tatilimize yöneldiğimiz kadar; ya da tarladaki ürünlere düşkünlük gösterdiğimiz kadar maalesef hassasiyet gösteremiyoruz.

Geçen gün Kalem suresinde “tarla sahipleri” diye hikâyesini okuduğumuz insanları hatırlatmak isterim. Orada Rabbimiz, fakir fukaraya tarlalarında yetişen ürünlerden ikram ettiği müddetçe rızıklarını onlara bol bol verdiğini beyan eder. Lakin ne zaman ki cimrilik ederek fakir fukaraya vermekten vazgeçmeyi konuştular, o akşam tarlaları yandı, kül oldu. Allah'a istiğfar edip tekrar hatalarını kavradıktan sonra “belki Allah daha iyisini verir” cümlesiyle tövbe ettiler. Yaptıkları hatadan vazgeçtiler ya...

Buradan anlayacağımız şudur ki: Dünyada müminlerin çektiği bu rezillik, bu bölünmüşlük, bu zavallılık, “istiğfar ederek” tekrar “bir olmak, beraber olmakla” ilgili olamaz mı?

Hata bizim, kusur bizim... Zülme karşı birlik beraberlik sağlamak ve düşmana karşı atabilecek her ne varsa hazırlamak gerekiyor.

Ülkemizin yapmış olduğu teknolojik gelişmeler bir araya gelecek ve bir gün tam bir hazırlıktan sonra düşmanın tepesine büyük bir gürültüyle patlayacaktır inşallah.

AHMET TAŞTAN