Nereden aklına geldiyse şöyle bir hatırayı paylaşmak istiyordu benimle. Sözlerini ağır ağır telaffuz ediyordu o anları tekrar yaşarmışcasına.Son sınıfların birinde yaşanmış ve düşünce ikliminde yer etmiş bir olayı anlatıyordu. "Nasıl ve niçin başladığını hatırlamadığım bir muhabbetti. Lakin damdan düşer gibi de değil. Yatlı bir öğleden sonrasıydı, anımsıyorum. Bir anda "kızım, sen beş vakit namaz kılmıyorsun, değil mi?" diye işaret etmiştim orta sıranın ortasında fizik soruları çözmeye çalışan öğrencime.

"Hocam nereden biliyorsunuz beş vakit namaz kılmadığı mı?" deyiverdi çözdüğü fizik sorularından başını kaldırıp. Bir anda zihnim duracak gibi olmuştu. Hakikaten bilemezdim öğrencimin kaç vakit namaz kıldığını ya da kılmadığını. Nasıl olsa ben görmüyordum ya onu kaldığı yurtta. Bu tür cevaplara karşılık veremeyecektim. O da yoluna devam edecekti. O vakit kendini haklı çıkaracak çok sağlam bir kulpa tutunduğunu zannetti.

Sivri zekam da boş durmadı sanki kısa devre yaptı: "Beş vakit namaz kılamayanlar zaten böyle cevap verirler." Öğrencim ışık görmüş tavşan gibi donup kaldı boş bakışlarla. Şaşırdığı her halinden anlaşılıyordu. Daha sonra sıkıştığı yerden kurtulabilme çabasıyla "Hocam, sizce bu sınıfta kim namaz kılıyor ki beş vakit" diye bir soru fırlatıverdi sınıfın ortasına.

Hakikaten bu sınıfta kimler namaz kılıyordu? Ben bilmiyordum. Bir imam çocuğu vardı belki o kılıyor olabilirdi ama hal ve hareketleri hiç de bu düşünceyi desteklemiyordu. Sonra babası avukat olduğunu bildiğimiz bir ailenin evladı da vardı. Evet, o kılabilirdi ama o da diğerine çok benziyordu.

Sonra kızlardan biri "hocam, belki şu öndeki arkadaşımız kılıyordur beş vakiti" deyip sessiz sakin, etkiye sütlüye karışmayan, kimsenin tavuguna kışt deneyen arkadaşını işaret etti... O delikanlı iki elini kaldırıp, elektriğe tutulmuş gibi titreterek: Hayır hocam, ben beş vakit namaz kılmıyorum" deyiverdi heyecanla. Sanki namaz kılmak suçmuş gibi hissettim o anda. Aslında bütün bu muhabbet günler öncesi fizik soruları çözen kızın en samimi arkadaşına kafayı takmış bir öğretmen olarak sorduğu ağır ve sarsıcı soruyla başlamıştı belki.

"Kızım sen ne zaman başını açacaksın?" Hoppala nereden çıkmıştı şimdi bu soru teneffüsün bir vaktinde okulun geniş meydanında diye düşünmüşlerdir. Evet, vakitsiz hatta en sonda söylenecek sözü en başta söylemiştim.

Öğrencilerinin inanç dünyalarına dikkat eden bir öğretmendi. Okul yurdunda kalan bir kız öğrencinin örtüsünü çıkarması onu çok sarsmıştı. Konuyu özel/ şahsi olmaktan çıkarıp genel/ toplumsal manada değerlendirdigi için " din elden gidiyor" endişesinin dürtüsüyle söylemiş olmalıydı.

Dini inançların zayıfladığı, başörtülü insanların hayattan zevk alamadığı/mutlu olamadığı sanılan bir ortamda genç kızlar kendilerini nasıl koruyabilirlerdi ki. Yurtta var olan gizli bir baskının çocukları dini yaşayıştan ve değerlerden nasıl uzaklaştıklarını karşıdan hissedebiliyordu. "Peki namazını kılıyor musun kızım?"

Önceki senelerden beri değer verdiği ve sözündeki ironiyi anlayacağını sandığı esmer güzeli sportmen kız "Hocam, köyde beş vakit kılabiliyorum ama burada, yurtta kılamıyorum" diye cevap verince gizli baskı dediği hakikat yüzüne tokat gibi çarpılmıştı.

Evet, biraz kırıcı, biraz sarsıcı olmuştu sorusu ama işaret ettiği böyle bir sıkıntı, derinden derine gönüllere ulaşıyor, ruhları tahrip ediyordu. Bunu çırılçıplak bir hakikat olarak göstermenin, ruhlara dokunan bir uyarıyla uyarmanın yolu, belki de böyleydi. "Kazanan kimdi, kaybeden kim?"

Galiba kaybeden bizdik, kazanan nefis ve şeytan. Modernizm ve çağdaş dünya bir neferi kendi iklimine şanlı şöhretli törenlerle davet etti. Gafletin ikliminde dolaşacak, önündeki hayatı nasıl yaşayacağını işaretleyecek vakitler ağır ağır geçerken genç kız, üniversite kapılarına doğru kürek çekiyordu