Beyzade, çok zor şartlar altında lise ve üniversite öğrenimini tamamlamıştı. Üniversite eğitiminden sonra köyüne dönmüş, atamasının yapılacağı günü iple çekiyordu. Bir ikindi vakti postacı geldi, atama kararnamesini eline tutuşturdu. Ataması bir köy okuluna yapılmıştı, çok heyecanlandı. Bu zamana kadar ki mücadelesi film şeridi gibi hayalinden geçti; oldukça zor bir yaşantısı olmuştu, içinden şükretti. 'Galiba makus talihimi yeniyorum.' dedi.

Beyzade bir an evvel görevine başlamak istiyordu. Gün ışımak üzereydi, akşamdan hazırladığı bavulunu aldı, köyün emektar kırmızı minibüsüne bindi. Minibüste, 'Hayrola Beyzade nereye yolculuk?' diye soranlara, gururla 'Özlemle beklediğim görevime gidiyorum.' diye cevap verdi. Uzun süren yolculuk sonrası görev yapacağı köyün şehrine geldi. Otogarda sordu soruşturdu, köyüne gidecek araba bulamadı. Geç vakit olmuştu, o gece şehirde kalıp Milli Eğitim Müdürlüğünden birileriyle görüşmesinden sonra görev yerine gitmesinin daha uygun olacağını düşündü.

Geceyi geçirdiği otelden erken çıktı. Milli Eğitim Müdürlüğüne gitti, Kuşkonmaz Köyüne atandığını söyledi. Milli Eğitim Müdürlüğünden yetkili "Ooo öğretmen bey hoş geldin, öğrenciler de, köy halkı da dört gözle seni bekliyor, nerede kaldın? Al bak şunlar da evrakların, var git okulunu aç, öğrencilerine kavuş."

Beyzade Kuşkonmaz Köyünün durağını sordu, sorduğu kişi aha şurası diye Tepeler Köyü'nün durağını işaret etti. Durakta fazla beklemedi. Minibüs geldi, binmeden önce emin olmak için, şoföre "Hemşerim, Kuşkonmaz Köyüne gider mi?" diye sordu. Şoför "Gider" deyince. Beyzade öğretmen minibüse bindi, asfalt yolda Kuşkonmaz Köyüne doğru yol aldılar. İçinden 'Vay be! Ne yollar yapılmış, köy yolu bile asfaltmış' diye geçirdi. Minibüs Tepeler Köyüne geldi, yolcular indi, minibüs de Beyzade Öğretmen tek kaldı. Şoför: "Ne bekliyorsun öğretmen?"

"Bundan sonrası için araç yok mu?"

"Son durak burası, minibüsten ineceksin tabana kuvvet, gideceksin Kuşkonmaz Köyüne."

Beyzade öğretmen minibüsten indi, başladı yürümeye bir vadinin içinden, derken köy göründü uzakta. Sabah başlayan yolculuk akşam vakti son bulmuştu. Köyün girişinde önce çoban köpeklerinin sesleri karşıladı Beyzade öğretmeni, sonra da köyden bir insan. Selam verdi, "Aleyküm selam" dedi meczup Alimdar. Alimdar'a sordu. "Muhtarın evi neresi?"

Alimdar anlamadı. Yerden aldığı taşları fırlattı peş peşe gördüğü bu yabancıya. Beyzade Öğretmen niyetinin kötü olmadığını anlatmaya çalıştı. Alimdar onu anlayınca, muhtar Bekir'in evine kadar arkadaşlık etti. O gece muhtarın evinde konakladı, yorgunluktan, bebek gibi uyudu. Sabah gözlerini açtığında, başında bekliyordu öğrencisi olacak çocuklar.

Beyzade Öğretmen sabah kahvaltısını yapmadan Muhtar Bekir ile yontma taştan yapılmış iki sınıflı okula gitti, çift kanatlı giriş kapısından girdi. Muhtar mavi boyalı kapıyı, anahtarı çevirerek, "çıt" diye açtı. İçerisi karanlık ve izbeydi. Gözleri yaşartan keskin idrar kokusu, genzi yakan metan gazı kokusu karşıladı onları. Karanlık holün içinden çakmak ateşinin aydınlığında sınıflara geçtiler.

Sınıflarda ikişer pencere vardı. Pencereler kapıyla uyumlu renkteydi ve panjurluydu. Sınıfların, holün zemin tahtaları çürümüş, yer yer de sökülmüştü. Holün kuzey duvarının dibinde at dışkıları yığılıydı. Uzun zamandır bu mekanın atlara tahsis edildiği barizdi. Beyzade öğretmenle muhtar birbirlerine baktı. Beyzade öğretmenin boğazı düğümlendi, ağlamamak için kendini zor tuttu. Nitekim fazla dayanamadı, gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Muhtar kıp kırmızı oldu, ne diyeceğini de bilemedi.

Beyzade öğretmen, ülkenin batısında şartların oldukça iyi olduğuna, insanların eğitime oldukça değer verdiğine, kendini o kadar çok inandırmıştı ki; bir okulun ahır olarak kullanılabileceğini asla düşünemezdi. Gözlerinin ıslanması acizliğinden değil; bir eğitim kurumunun hoyratça farklı bir emelde kullanılmış olmasına ve insanların cahilliğineydi.

Muhtara dönerek; 'Bu binada, bu bahçe de öğrenciler koşmalıydı cıvıl cıvıl, okuyan, yazan çocuklar olmalıydı. Köylüyü hemen toplamalısın, okulu baştan sona birlikte yıkamalı, boya badana yapmalıyız.'

Muhtar okumaya karşıydı. "Öğretmen sen eski köye yeni adet mi getireceksin, ben köylüye bir şey söyleyemem. Okumak da ne? Aha şura da iki kiraz ağacı yetiştirir, geçimimizi sağlarız. Senin gibi gurbetlere gitmeye gerek yok."

"O halde beni köy kahvehanesine götür, insanlarla ben konuşayım."

Muhtar önde öğretmen arkada köy kahvehanesine girdiler. Beyzade öğretmen kendisini tanıttı. "Sevgili Kuşkonmaz köylüleri, bundan böyle ben de bu köyde yaşayacağım. Sizin çocuklarınız, benim çocuklarım sayılır. Onların geleceklerini daha iyi şartlarda kazanmaları için okumaları gerekiyor. Çocuklarımızın değerli ve saygın birer insan olmalarını istiyorum. Biliyoruz ki insanların ne kadar değer yargıları varsa o kadar kıymetli oluyor. Bir insan ne kadar kıymetli olursa o kadar da saygın oluyor. Gelin hep birlikte okulumuzu onaralım, eğitim öğretime hazır hale getirelim."

Muhtar Bekir, yol boyu düşünmüştü, öğretmene hak vermeye başlamıştı, söze girme gereği hissetti. "Ey komşular öğretmen doğruyu söyler, gelin hep birlikte okulumuzun bakımını yapalım."

Köy halkı sanki Muhtar Bekir'in onayını bekliyormuş gibi hep birlikte tamam dediler. Kazma, kürek, kireç, sabun, kova, tahta, çivi, keser aldılar okulu baştan aşağı yıkadılar, temizliğini yaptılar, yanlarında getirdikleri tahtalarla, kırık olan yerleri onardılar, okulu eğitim öğretime hazır hale getirdiler.

Beyzade öğretmenin güçlü iradesiyle, Kuşkonmaz köyünde çocuklar gül açmıştı, sesleri kuş sesleri gibi okul bahçesini süslemişti. Bir gül ile bahar gelmişti.