En beğendiğim söz ‘İşimiz gücümüz eğitim’ sözü. Eğitim, bir ülkenin, bir toplumun, bir bireyin gelişimi, değişimi, dönüşümü için olmazsa olmazlardan bir değer. Eğitim öyle bir süreç ki toplumsal temel değerlere zarar vermeden hem değişimi hem gelişmeyi hem de dönüşümü sağlayabilmeli. Belirttiğim bu üç temel değer ne yazık ki Türk Milli Eğitim Sisteminin açmazları içinde yer alıyor. Kurtuluş Savaşıyla birlikte ülkemizde ciddi devrimler yapılmış. Öyle ki bu devrimler tabiri caizse toplumun bazı değerleri hercümerç etmiş. Bu hercümerç içinde dönüşüm, değişim ve gelişimin hala tamamlanmadığını görüyoruz. Bu değişim, dönüşüm ve gelişim o kadar sancılı ki aynı hükümet içinde bakan değiştiğinde bile eğitim felsefesinde ciddi sapmalar oluyor.
Eğitim sistemi konusunda örnek olarak gösterilmeye çalışılan bazı Avrupa ülkelerinden, ülkemiz hem nüfus itibariyle hem toplumsal inançlar itibariyle hem kültürel anlayış bakımından hem sosyolojik bakımından hem de ekonomi bakımından farklılık göstermekte. Bu farklılıklara rağmen ülkemiz için örnek gösterilemeye çalışılan ülkelerle aynı kefeye konulması doğru bir yaklaşım mı? Bu konu da bir takım tereddütlerim var. Ülkemizin, eğitim konusunda kendi mihenk taşları çerçevesinde değerlendirilmesi daha yararlı olacaktır diye düşünüyorum.
Bundan birkaç gün önce ulusal düzeyde yayın yapan bir televizyon kanalında ülkemizin eğitiminin Finlandiya eğitimi ile kıyaslanması yapılıyordu. Bu televizyon kanalının eğitim editörünün kim olduğunu çok merak ettim. Finlandiya eğitimi hakkında verilen bilgiler ve örnekler yanlıştı. Program bu yanlış bilgiler üzerine kurgulanmıştı. Yanlış kurgunun üzerine kurulmuş program doğal olarak insanları yanlış yollara kanalize ediyor. Yanlış bilgiler üzerine kurgulanan bir sistem insanı yanlış sonuçlara götürmekte bu da toplumsal dönüşüm, gelişim ve değişimin kapısına kilit vurulmasına neden oluyor.
Yukarıda sözünü ettiğim televizyon kanalında Finlandiya’da öğrencilerin, günün bir saatini okulda geçirdiklerinden bahsediyor, eğitim sistemine övgüler diziyordu. Öğrencilerin okulda bir saat bulunmaları nedeniyle mutlu olduklarını, toplumunda bundan mutlu olduğunu belirtiyordu. Finlandiya’da eğitim sorunun artık kalmadığını sorunları çözdüğünü vurguluyordu. Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum. Finlandiya’da Öğrenciler, okulda günde bir saatini değil en az dört saatini geçiriyor. Günlük ders saatleri her öğrenci için standart olmayıp öğrenci bazlı program uygulanıyor. Okulun eğitimini bütünleştiren sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif etkinlikler ise okul dışında ki mekânlarda gerçekleşiyor. Evleri uzak öğrenciler için ücretsiz servis hizmeti veriliyor ve her öğrenciye okulda yemek hizmeti yine ücretsiz sağlanıyor. Öğrencinin gelişimi, değişimi ve davranış kazanımı için yapılan her türlü etkinlik ücretsiz sağlanıyor. Bütün bunların yanında öğretmenlerin sosyal statüleri diğer meslek gruplarına göre daha ön sıralarda. Öğretmenler her öğrenci için haftalık ders programını öğrencinin yeterliliklerine göre bağımsız yapma yetkinliğine sahip. Finlandiya’da eğitim hizmetleri kamu eliyle yapılıyor ve öğrencilerin bireysel inançlarına okul yönetimi ve öğretmenler karışmıyor. Okul yönetimi ve öğretmenler çocukların ailesinin ne iş yaptığı ve hangi statüde çalıştığı hakkında da her hangi bir çalışmaları yok.
Ülkemizde öncelikle öğretmen statüsünün ve haftalık ders programlarının sorgulanması gerekiyor. Ders yoğunluğu nedeniyle öğrenciler sırtlarında adeta bir kütüphane taşıyor. Akademik ders saatleri yoğun, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif etkinliklere ayrılan dersler, sınav kaygısı nedeniyle akademik derslere kaydırılıyor. Yetiştirme ve geliştirme programları sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif etkinliklerine ayrılan saatlerde yapılıyor. Öğrenciler okulu sevmiyor, okulun sevilecek taraflarının ön plana çıkarılması için her hangi bir çaba gösterilmiyor.
Bütün bu olumsuzluklar bize eğitim sisteminin ciddi anlamda bir reformdan geçirilmesi gerektiğini gösteriyor. Eğitim sistemi öğrencilerin akademik yönden gelişmelerine imkân verecek özellikleri taşıması gerekirken diğer taraftan bağımsız yaşayabilme yeterliliklerini de kazandırması gerekiyor. Okul bir yaşam merkezi haline getirilebilmelidir. Eğitim sistemi ‘Ağzı olan konuşuyor’ meselesi olmaktan çoktan çıkmış durumda. Bu son zamanlarda toplumun yaşadığı sosyolojik yozlaşmadan anlaşılıyor.
ÖZER YILMAZ