Osmanlı’nın kuruluş yıllarına damga vuran isimlerden biri olan Turgut Alp, sadece bir savaşçı değil, aynı zamanda bir gönül insanıydı.

Geyikli Baba ile kurduğu dostluk, İnegöl’ün hem manevi hem de tarihî dokusuna derin izler bırakmıştır.

Ertuğrul Gazi’nin silah arkadaşlarından biri olan Turgut Alp, onunla birlikte Söğüt civarındaki Oğuz aşiretlerinden birinin reisi olarak tarih sahnesine çıktı.

Samsa Çavuş gibi o da Ertuğrul Gazi’nin liderliğini tanıyan, Osmanlı’nın temellerini atan o öncü alplerden biriydi. Osman Gazi, beyliğin başına geçtiğinde Turgut Alp de hiç tereddüt etmeden yeni beyin safında yer aldı.

Artık hedef büyümüştü: Bursa ve çevresi. Osman Gazi, bu stratejik hamleyi uygulama görevini Turgut Alp, Aykut Alp ve Hasan Alp gibi alperenlere verdi.

1299 yılı baharında, Osman Gazi’nin emriyle Turgut Alp İnegöl üzerine yürüdü. Çakırpınarı baskınından sonra başlayan bu hareket, İnegöl’ün kaderini değiştiren bir dönüm noktasıydı.

Kasaba o dönem “höyük” tabir edilen yapay bir tepecik üzerine kurulmuş, çevresi bataklık ve göl suları ile sarılıydı. İnegöl’e ulaşmak için “honta köprüsü” adı verilen geçitlerden geçmek gerekiyordu.

Bu köprüler, o yıllarda İnegöl Tekfuru Aya Nikola’nın askerlerince korunuyordu. Sırt yolları ise Kulacahisar, Akhisar, Cerrah ve Edebey köyleri hattında, günümüzün Çiftlik Köyü’ne kadar uzanıyordu.

Turgut Alp, İnegöl’ün fethinden sonra kendi adıyla anılacak olan Turgut Eli yöresine yerleşti. Burada sadece bir asker değil, aynı zamanda bir yerleşim kurucusu ve toplum önderi olarak da ön plana çıktı. Derin bir saygı duyduğu Geyikli Baba ile yakın temas hâlindeydi.

Rivayetlere göre yönetim merkezini bile bugün “Babaylar” ya da “Baba Sultan Köyü” olarak bilinen bölgeye kurdurmuştu. Bu iki alperenin, savaş meydanından çok gönül ikliminde kurdukları bağ, Anadolu’nun manevi harcını yoğuran unsurlardan biri olmuştur.

Turgut Alp, Bursa’nın fethinden sonra da Orhan Gazi’nin seferlerinde ön saflarda yer aldı. Nerede ve ne zaman vefat ettiği kesin olarak bilinmese de naaşının Genci Köyü’ne defnedildiği kabul edilir.

Mezarı civarında bir zaviye, yani tekke inşa edildiği rivayet edilir. Bugün o tekkeden hiçbir iz kalmamış olsa da, bölge halkı hâlâ burayı “Tekke” adıyla anar. Bu bile, geçmişin ruhunun orada yaşamaya devam ettiğini gösterir.

Yıllar önce Turgutalp Köyü’nde yaşlı bir köylüden dinlenen bir hikâye ise insanın içini burkar cinsten… İhtiyar, bir gün köy yolundan gelen bir jipin durduğunu, içinden inen üç kişinin doğrudan Turgut Alp’in mezarına gidip büyük bir mezar taşını söktüklerini anlatır.

“Bunu müzeye götürüyoruz” diyerek elli lira bırakıp uzaklaşmışlar. Ardında ise sessizlik, utanç ve kaybolan bir tarih kalmış.

O yaşlı adamın gözleriyle gösterdiği sedir ağacı kökleri, zamanında o büyük alpın mezarını gölgeliyormuş. Cami onarılırken kesilmiş, satılmış…

O hikâyeyi dinleyen her yürek, ister istemez aynı soruyu soruyor: Tarihî değerlere böyle mi sahip çıkılır? Ruhani miras böyle mi korunur? Turgut Alp gibi bir alperenin, bir öncünün, bir gönül insanının hatırasına gösterilen bu vefasızlık karşısında insan utanıyor.

Turgut Alp, Osmanlı’nın ilk yıllarına damgasını vuran bir alp, bir lider ve bir inanç adamıydı. 1340’lı yıllarda vefat ettiği tahmin ediliyor. Oğlu İlyas Bey’in, Osman Gazi’nin oğlu Pazarlu Bey ile birlikte Domaniç ve Oylat civarındaki sıcak suların idaresinde görev yaptığı biliniyor.

Bu da gösteriyor ki, Turgut Alp’in hem kan bağıyla hem maneviyatıyla bu topraklardaki izi, nesilden nesile aktarılmıştır.

Bugün İnegöl’den Genci’ye, Baba Sultan’dan Oylat’a uzanan her adımda, onun ruhani varlığını hissetmemek imkânsız. Çünkü Turgut Alp, yalnızca bir kahraman değil; bir dönemin vicdanı, bir çağın mayasıydı.


MURAT ALTIN
Kaynak: gencgazete.net