Şubat'ın bir gününü, şehitler hakkında kaleme alınmış bir yazıya ayırmak sorumluluğu ile yazıyorum bu satırları.
Gerçi son bir buçuk yıl yeryüzünün özellikle Gazze kısmı şühedaya doydu. Her gün onlarca şehit haberi duydu sağır olası kulaklarımız. (Rabbim sağlık afiyet versin)
Dünyanın diğer kısmında güneşin ışıklarıyla başlayan günler, Gazze’de yürekleri ürperten, korkmuş çocukları tir tir titreten bomba patlamalarıyla doğuyordu.
“Sen şehit oğlusun incitme, yazıktır atanı” dizesi ile yalvaran bir dille uyarılmış bir milletin evlatları olarak ne şehadeti unuturuz ne de şühedayı. Onları unutmak demek kendimizi/özümüzü unutmak demektir. Şehitlerin yolu, milli ve manevi değerlerin işaretlerini taşır.
Şehitlik, Müslümanın Allah yolunda, İslam'ı yüceltme mücadelesinde eceline kavuşunca onurlandırıldığı bir mübarek rütbedir. Bu rütbe ile dünya kışlasından terhis olan mümin kul, cennette vip hizmeti/muamelesi görür ki buna kurtuluş denir.
Rabbimiz, kerim olan kelamında buyurur ki: “İnananlardan, özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vâdetmiştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Nisa 95)
Dünyanın her coğrafyasında bu mücadeleyi veren öncüleri tanıyoruz ve Şubat ayında onların adını yâd ediyoruz ki gönlümüzde bir şehadet rüzgarı essin ve bizi cennet diyarının özlemiyle kavursun.
Ülkemizde sağ sol davalarının kanlı bıçaklı olduğu günlerde adına marşlar, ezgiler bestelenen örnek bir şahsiyet olan Metin Yüksel, ölüm beni yatakta değil kutlu bir eylemde kıstırsın diyerek (aynı Yahya Sinvar’ın duası gibi) bir ikindi sonrası Fatih camiinin avlusunda şehadete yürüdü.
Amerika’da siyahi Müslümanlardan nur sesli hitabetiyle çocuklarının ve eşinin gözleri önünde, "şimdi şehadet vaktidir” diyerek kürsüde konuşma yaparken şehit edilen Malik el-Şahbaz yani Malcolm X de şehadete yürüdü bu soğuk Şubat ayında.
Osmanlı’nın dağılmaya başladığı bir vakitte Kuzey Afrika’nın incisi Nil nehrinin kıyısında ateş harlanmış yüreği ile El-Ezher’in ulûmi’d-din bölümünü birincilikle bitirmişti. Her mecliste hocalara âlimlere: “gençler için bir şeyler yapmak lazım” diyerek koşuşturan ve yine bir toplantı dönüşü, Mısır kukla yönetiminin polisleri tarafından silahı alındıktan sonra suikaste uğrayan, hastaneye gidince müdahale edilmeyip şehit olan İhvan-ı Müslimîn’in genel mürşidi Hasan el Benna’nın şehadeti bu aydadır.
Türkiye’de ümmetçi bir anlayışla demokratik çerçevede mücadele edip her vakit “hasbünallahi ve ni’gmel vekil” (Allah ne güzel vekildir) diyerek zikirle, fikirle mitingler yapan Necmettin Erbakan’ı da uğurladık bu ay içinde.
Türkiye’den sonra hicret ettiği Avustralya’da sohbetler yaparak, camiler açarak İslam’a ömrü boyunca hizmet eden Mahmut Esad Coşan Hoca efendi de bu ayda şehitlik makamına vasıl oldu inşallah.
Haklarında bir kaç satır yazdığımız bu şehitler, bu şahitler bitmez. Onlar Allah’a söz verip ölüm gelinceye kadar ahdinden dönmemiş kahramanlardır ki gölgeleri üzerimizden eksilmesin.
Şehadet şuurunun nasıl bir vatan savunması yaptırdığını gözlerimizle gördük. Çanakkale’de olanları da tarih kitaplarından okuduk.
Haz ve hız dünyasının sıradan basit hayatlarını yaşayan robotik gençlere, milli ve manevi değerler uğruna özgür iradeyle can feda etmenin ne anlama geldiğini ancak şehitler yaşayarak öğretebilir.
AHMET TAŞTAN