İsimli kitabı Facebook reklamlarında gördüğümde hemen alıp okuyasım geldi. Zalim İsrail, mazlum Filistin'de bunca katliamı, bunca zulmü yaparken bizler de buralarda onların acısını hissetmek, onlara dua etmek, onlar adına farklı eylemler de bulunarak imanımızın gereğini yaptığımızı hissediyoruz.

Yine Facebook sayfalarında gördüğüm yaz tatili gezi reklamları canımı acıtıyor. Tatil yapacak halde miyiz, diyorum kendi kendime Gazze'de ya da başka yerdeki Müslümanların hali ortadayken. Buna benzer, daha nice duyarsız  davranışları yapmak “bir vücudun azaları gibi” olan Müslümanlara yakışmadığı hissi kalbimi dolduruyor.

Çeşit çeşit yemek yerken, evlerimizde rahat rahat otururken ya da başka bir dünya hali içindeyken “gönül coğrafyamızın kanayan yarasını” fark etmeden yaşayabiliyor muyuz gerçekten.

İşte bu sebeple bugünlerde okunacak ve hissiyatımızla o diyarlarla, oradaki katliamlarla irtibat kuracak bir kitabı görünce bir solukta okuyasım geldi.

Yazar Serdar Toptaş’ın kaleme aldığı bu güzel eser, 192 sayfadan oluşmakta. Konusu isminden belli olmakla beraber akıcı anlatımı, heyecanlı ifadeleri ile duygulara dokunuşu okuyucuyu da etkiliyor.

“Klasik zulüm kokan bir İsrail saldırısı ile başlıyor eser... Namaz için camiye çıkan evin babası atılan bombalarla yıkılan cami duvarının altında kalması, ekmek almaya giden çocuğun yol kıyısındaki yıkılan evin enkazında şehit olması, aniden eve giren İsraillilerin anneyi sürükleyerek götürürken tezgahın altına sakladığı küçük kızın ses çıkaramaması... Can yakıcı bir kaç satır sizi bulunduğunuz yerden alıp bu acıların ortasına bırakıveriyor.

İki üç sayfalık bu girişten sonra ilk bölümü biter ve karşı sayfadaki ilk cümle  “20 yıl sonra” diyerek olayı Türkiye'deki istihbarat biriminde yetişmiş Leyla'ya bağlıyor... Ferhat Başkan’ın eliyle yetiştirilmiş bu güzide ajan, yıllar sonra görev itibarıyla Filistin'e gönderiliyor.

Tam bir ajan-polisiye filmi gibi ya da teşkilat dizisindeki maceralara atılıyoruz. Leyla hastanede “hemşire” rolü ile ortamdaki bilgileri merkeze aktarıp Müslümanlara yardımcı olmak istiyor.

Sokakta Filistinli bir çocuğun, İsrailli askerin kafasına taş atması ve kayıtlardan tespit edilen bu çocuğun hapishanede işkence edilme sahnesi canımızı yaktı. Yaralı olarak hastaneye gelen İsrailli askere, Leyla tarafından enjekte  edilen zehirli ilaç sayesinde geçici felç yaşayan siyonist asker, işkence ettiği çocuktan özür dilemek zorunda kalması gönlümüze su sertti..

Romanlardaki olayların “gerçekte olduğu gibi” olması mümkün olmasa bile -ki bu kitapta eksiği var fazlası  yok- bizim zihnimiz onları gerçek olarak algılıyor ve duygusal tepkiyi ona göre veriyor zaten.

Annesini geride bırakıp babasıyla Filistin'e gitmek için Almanya'daki Yahudi katliamından yani Holokost’tan kurtulan Ethan isimli  Yahudi komutan, Leyla takma adıyla Türkiye'den giden Filistin asıllı hemşire kıza aşık olur.

İyi yetişmiş bir ajan olarak görevine devam ederken istihbarat bilgilerini sızdırmak için olmadık işlere girişen Leyla, sonunda gönlünü İsrailli komutan Ethan’a kaptırmamak için çok direnir. Fakat bazen kalbi, aklına isyan ederek gelgitler yaşar. Ethan’ın, büyük hamisi olan Bay Aron’nun eşi Ava anne diye bildiği kadın, Leyla'nın öz annesidir. Ve Leyla'nın çocukluk ismi de Yağmur’dur.

Roman sonuna doğru yaralanan Ethan, “her şeyi açıklayacağım sana”  dediği şeyin “kendisinin de Müslüman olması.”  Leyla'yı korurken ağır yaralanmıştır. Leyla da tüm akli meleklerine rağmen gönlünün ona kaydını ve aşık olduğunu açıklar. “Sözlenmesi dünyada gerçekleşen sevdanın kavuşması ahirete kalmıştır.”

Romanda Türklerin de Filistin'de gizli görevlerle bulunduğunu ve büyük faaliyetler yaptığını anlamış oluyoruz. Almanya'dan kaçarak Filistin'e gelen Yahudi baba, yetişmesi için oğlunu bir Türk yetimhanesine bırakması da dikkat çekiciydi. Çünkü bu hareketler,  komutan Ethan’ın çocukluğuna dair derin izler taşıması ve Müslüman olmasının ardındaki sebep olur.

Canımı sıkan noktalar vardı: Namaz kılan ve oruç tutan Müslüman bir ajanın kitapta tarif edilen kılık kıyafetle gezmesi ve yabancı bir erkek ile baş başa kalıyor oluşu... Tabii biz o konumları çok takdir edememiş olabiliriz.

Kitapta kendi kimliğini gizleyen bir kadın ajanın duygusal çatışmaları ile konumu gereği sert ve mesafeli olması gereken bir komutanın arasındaki duygusal etkileşimi anlatırken okuyucu da heyecana gark oluyor.

Böyle gizemli konuşmalar ve duygusal reaksiyonları okumak hoşunuza gidiyorsa kitabı biraz sevinç, biraz macera polisiye biraz da Gazze mücadelesini daha yakından anlamak için gözünüzün ferini kitabın sayfalarında parlatmanızı temenni ederim.

AHMET TAŞTAN