Alarm sesi ile uyanmış ve odanın dışındaki telefona dokunarak rahatsız edici o sesten kurtulmuştu. Bu rahatsız edici ses, uykusunu def ediyor ve onu huzura/felaha davet ediyordu seher vaktinde.
Eşofmanın paçalarını ve gömleğinin kollarını sıvadı, abdestini aldı sonra elini yüzünü kuruladı. Çorapları her zamanki bıraktığı yerde duruyordu. İki rekatını evde kıldığı namazın, farzına yetişmek için en yakın camiye gitti.
Bugün okulda dersi yoktu ve sabah namazını kıldıktan sonra biraz uyuyabilecekti. Yatsı namazını da camide kılmış, çıkışta çok sevdiği takva sahibi, cami kuşu sıfatını hak edecek bir büyüğü yoklama yapar gibi “Neredesin kaç gündür?” yoklamasını yaptı. “Anladım” der gibi tebessüm etti mahcup mahcup... Kendisine meleklerin şahit olduğu sabah namazında hazır bulunması gerektiğini de hatırlatmasından çok memnundu.
Yatsıyı birlikte kıldığı Belediye Başkan yardımcısı abisiyle sabah namazında da secde etmenin mutluluğunu gönlünde hissetti. Ayaküstü bir kaç kelam ve ardından tatlı bir selam ile ayrıldılar. Sabahın o saatlerinde sadece namaz kılanların tek tük görüldü sokaklarda kendini Allah’ın seçtiği adamlardan hissetti, “Cenab-ı Allah adam seçer!” cümlesini hatırlayarak.
Aslında uyumayı sevmiyordu. Gücü yetse de her daim çalışsa ya da okusaydı. Ama bedeninin de bir sınırı ve giderilmesi gereken bir ihtiyacı vardı. Elinde tesbih, dilinde zikir, oturduğu yerde uyuyakalmıştı kitap okurken olduğu gibi.
Sabahın sekizine kurulmuş daimi alarm uykusunu tekrar bölmüştü. Toparlanıp kahvaltı yapmalıydı. Zira diş hastanesine gidecekti. Mutfağa girdi, çayı demledi. Dolaptan kahvaltılık malzemeleri sofranın üzerine maharetli bir şekilde yerleştirdi. Evin hanımı diğer işleri yapana kadar ücretini ödeyip sipariş ettiği ve bir an önce okumak istediği kitaba sarıldı.
İskender Pala'nın Babil’de Ölüm, İstanbul'da Aşk kitabından esinlenerek, Serdar Toptaş’ın “Filistin'de Aşk, İsrail'de Ölüm” ünü okumaya başladı.
Yazarın dilini beğendi. Cümleleri ve üslubunu titizlikle hissederek okumaya devam etti. Elinde okunacak bir kitap olduktan sonra nerede ve ne zaman olduğunun çok da önemi yoktu. Tefsir dersine bıraktığı eşini bekleyip Çınarlar altı çay bahçesinde limonlu çayını yudumlarken yine kitabın sayfalar arasında kayboluyordu.
Okurken sıkıldığını fark ettiğinde telefondan gelen mesajlara bakıyor hem sıkıntısını hem de uykusunu dağıtıyor sonra tekrar kurşun kalemiyle güzel ifadeleri -varsa hatalı/kusurlu kelimeleri- işaretliyordu. Milli Eğitim’de çalışan bir öğretmenin yazdığı bu kitabı “konusu” itibarıyla beğenmişti. Hatta bunu sevdiği, değer verdiği “öğrencilerime okutabilirim” diye de düşünmeden edemedi. Eskiden yani daha genç yaşlarında okuyup çok önemsediği yazarlar ve kitaplar vardı, ancak bu kitabın Filistin mücadelesini bir aşk üzerinden anlatması dikkatini çekmişti.
İki saate yakın bir zamandan sonra İnegöl’ün merkez camisi olan ve tarihin 500 yıllık dönemine şahitlik eden İshak Paşa Camii’nin şadırvanında abdest alırken eşinin de kadınlar bölümüne yöneldiğini görünce tercih etmiş olduğu bu hayata karşı rabbine hamd etti.
Elinden geldiğince öğrendiği dinini, hayatına uygulayarak mesud olabilmenin tüm imkanları için şükür ve hamd ile tamamlamak istiyordu.
Birkaç alışverişten sonra eve dönecek, tekrar kitabın satırları arasında bakışlarını gezdirecekti. Bugün kitabı bitirirse kendisini muzaffer bir komutan ilan edecek sonra belki de birçok mecliste kitabın güzelliğinden ve okunması gerektiğinden bahsedecek böylece okuma meraklısı olanların önünü açacaktı.
AHMET TAŞTAN