Bursa İl Müftülüğü Başvaizi Zeynep Orhan Tatlıcı'nın köşe yazısı

Yaratıkların en mükemmeli ve en şereflisi, âlemde var olan her şey hizmetine sunulan insanın Allah katında değeri; îman, ibadet, sâlih amel, takva ve güzel ahlakı nispetindedir. Allah insanları bu açıdan değerlendirmekte, onların fiziki yapılarına, renklerine, ırklarına, cinsiyetlerine, engelli ya da engelsiz oluşlarına bakmamaktadır. Engellilik hali, insanın temel fonksiyonları açısından eksiklik olsa da, insanî yönden bir kusur değildir. Zaten insan yaratılışı gereği hiçbir zaman tam olmaz. Bazen beden bazen duygular bazen de düşüncelerdeki eksiklikler insanın engelleridir.

Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın "Harâbât ehline hor bakma şâkir Defineye mâlik virâneler var" şiirinde ifade ettiği gibi, dış görünüşü itibariyle önemsenmeyen pek çok kimse, zengin ve diri bir gönül yapısıyla Allah katında çok değerli olabilir. Peygamber Efendimiz (sav) bu hakikati “Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar” buyurarak belirtmiştir. Bedensel engelliliğin ötesinde asıl engellilik, hakikati görmeme, hakkı duymazdan gelme ve doğruyu ifade etmemektir. Kör, sağır ve dilsiz gibi nitelemeler bu bağlamda mecazi olarak Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette geçmekte ve sorunlu olan asıl kısmın manevi engellilik olduğuna vurgu yapılmaktadır.

Engelli bireylerin yetenekleri ve imkânları doğrultusunda desteklenmeleri, onların ideallerini ve kişiliklerini gerçekleştirmede büyük öneme sahiptir. Abese Suresi’nin inişinden sonra Hz. Peygamber (sav) ile aralarında gelişen samimi ilişkiler, görme engelli sahabî Abdullah İbn Mektum’a önemli görevlerin verilmesini sağlamıştı. Gözüyle değil, gönlüyle gören İbn Mektum, çeşitli seferlere ya da savaşlara giden Hz. Peygamber’e tam on üç defa Medine’de vekâlet etmişti. Yine ortopedik engelli Muaz b. Cebel vali olarak Yemen’e görevlendirilmişti. Hz. Peygamberin engelli sahabîlerin ısrarla cemaate devam etmelerini istemesi, onlara görevler vermesi, hatta savaşa katılmalarına izin vermesinde onların toplumdan tecrit edilmemelerini sağlama arzusu yatmaktaydı. Engellileri inciten tutum ve davranışlardan uzak durulması, dini ve dünyevi işlerini kolaylaştıran gerekli önleyici tedbirlerin alınması emredilmektedir. Mekke fethedildiğinde Hz. Ebubekir yaşlı ve görme engelli olan babası Ebu Kühafe’yi Hz. Peygamber (sav)’i ziyaret etmek üzere getirmişti. Bu durumdan rahatsız olan Hz. Peygamber (sav) “İhtiyarı evde bırakaydın da ben onun yanına gitseydim’ buyurarak Ebu Kühafe’ye olan saygı ve sevgisini ifade etmiştir.

Şüphesiz ilahi adalet gereği, herkes gücünün yettiğinden ve sadece kendisine verilenden sorumludur. İslam, doğuştan ya da sonradan herhangi bir engellilik türüyle karşılaşan kimseye dini ve dünyevi sorumluluklar açısından hayatı kolaylaştıran ruhsatlar tanır. Bununla birlikte İslam toplumlarında engelli bireylerin acıma ve merhamet ile karşılanması değil; ehil ve yeterli oldukları alanlarda yeteneklerini toplum yararına kullanabilmelerine imkân tanınması sağlanmıştır. Ne mutlu varlığı da yokluğu da nimet bilenlere ne mutlu gözleri kulakları ve azaları ahirette lehine şahitlik edenlere.