Nurettin Yıldız'ın köşe yazısı

İmanın altı şartı olduğunu bilmemiz eski ve yaygın bir bilgidir. ‘İmanın şartları altıdır’ demek ‘ben-sen’ demek kadar kolay söylenip anlatılan bir bilgidir. Doğrudur da bu bilgi; imanın altı şartı vardır. Bu altı şart cennete girecek mü’min insan olmanın olmazsa olmazlarıdır: Allah, melekler, kitaplar, peygamberler, ahiret ve kader. Bunlara iman ediyorum diyene mü’min deriz. Aksi bir durum oluşmadıkça da o mü’mindir, mü’minler topluluğunun bir ferdidir. Cennete girmeye uygun olmanın, cehennem ateşinden kurtulmanın asgarî gereği bunlardır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin insanları Allah’a davet ettiği gün bunlara iman ediliyordu, şimdi de iman edilecek başlıklar bunlardır. Kıyamet vaktine kadar da bu liste asla değişmeyecektir. Böyle iman ediyoruz, böylesinin doğru olduğuna kaniyiz.

İlk nesilden itibaren mü’minler, mü’min olarak yetiştirmek istedikleri çocuklarına bunları öğrettiler. Böylece bunlar, imanın şartları olarak bilinegeldi. Elhamdülillah.

Bu altı maddeden biri imanımızın esası olurken sadece dille tekrar edilmesi ve kalbin onu doğrulaması; mesela meleklere iman etmeyi kabul, bunu itiraf ile iç dünyada kabul etmek midir? İlmî tartışmaya kaymadan böyle bir sorgulama yapmamız gerekiyor. Meleklere iman açısından yapılan bir sorgulamada ‘elbette inanıyorum’ dediği var sayılan bir insanın, insanlardan gizli bir yerde Allah’ın haramlarından herhangi bir harama el veya göz uzatırken ‘hani meleklere imanın?’ çıkışına vereceği cevabı önemli bir ayrıntı olarak önümüzde durur. Meleklere iman ediyor olmak, kimsenin görmediği zannedilen bir yeri meleklerin muhakkak gözlemlediğini bilmek değil midir? Matematiğin ve biyolojinin bittiği yerde meleklerin bitmediğini, bizim gözümüzün görmediğini meleklerin görebileceğini kabul etmek meleklere iman etmenin pratik sonucu olmalıdır. Gökleri dolduran meleklerin varlığına inanmak başka şey, bizi çevreleyen meleklerin varlığına muhakkak inanmak başka şeydir. ‘İmanın altı şartı ve bu altı şarttan biri olan meleklere iman’ onlarsız bir hayat olamaz, onlardan bir şey gizlenemez ve yarın Allah’ın huzurunda onlar bizim şahitlerimiz olarak bulunurlar gerçeğini olmazsa olmaz şart diye bilmek ve benimsemek, imanın etkili olduğu bir hayat yaşamaktır.

Benzer şeyleri kitaplara imanda söyleyebiliriz. Mezarlıklarda okunan kitap başka şey, nefeslerimizi ve nefsimizi yönlendiren kitap başka şeydir. Bugün mü’minler olarak biz önceki ümmetlere bir İncil indirildiğine inanıyoruz ama bu imanımız yüzeyseldir. O kitaba ilke olarak iman ediyoruz, Allah böyle bir kitap gönderdi, insanlar ona iman ederek/etmeyerek mü’min oldular/olmadılar diyoruz. Hiçbir mü’min bu imana rağmen çıkıp ‘benim şu hareketim acaba İncil’e uygun mudur?’ diye merak bile etmez. Etmemesi de gerekir. İncil’e ilke olarak iman etmiş olmak onu rehber edinmeyi gerektirmiyor. Aynı şeyi Kur’an’ımız için söyleyebilir miyiz? İlke olarak mı Kur’an’a iman ediyoruz biz? Kur’an’ı nefes nefes içimize sindirmedikçe ona iman etmişliğimiz, şartı yerine getirilmiş bir iman olamaz.

Diğer bölümler de bundan farklı değildir. Evlenirken, evliliğin karşımıza çıkardığı sonuçları değerlendirirken kaderi nereye oturttuğumuz önemlidir. Sıradan bir kader imanı ile kaderin bir ray üzerinde yol alan tren gibi ilerlediğini hisseden mü’minin imanı aynı olamaz. Kaderi üzerinde yürüdüğümüz raylar gibi görmedikçe sözünü ettiğimiz iman, şartıyla birleşmiş bir iman olamaz.

Allah’a karşı işlenen günahlar ve rutin hâle gelen isyanlar, “ahirete iman ne için vardı ve nereye kaydı?” sorusunu canlı tutar. Ahirette yüz kızartacağı hatta ateşte yakılma nedeni olacağı belli olan işlerin tabii görüldüğü bir dünyada ‘ahirete iman ediyorum’ sözüne kimi inandırabiliriz? Ahirete iman ederek iman şartlarını tamamlarken ahireti sanal dünyanın ürkütücü bilgileri gibi algılamış bir toplum hangi imana, kimi ve nasıl inandırabilir? Hayatı ve ölümü toprağın üstünde ya da altında yaşamak tarzında anlamak, ‘iman ettim’ demekle giderilebilir bir eksiklik değildir.

Adımızın mü’min/Müslüman olarak tescil edilmiş olması imanın şartlarını kendimize ve zamanımıza göre esnetme hakkı vermez bize. Git gide aslından ve şartından koparılmış iman esasları her mü’min için dikkat çeken ve düzeltilmesi için gayret gerektiren bir arızadır. İmanımız bugün pratikte ispat edilen ve yarın neticesi görülen değerler üzerindendir. Şart budur.