Âyet-i kerîmelerde buyrulduğu üzere:
“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (el-İnşirâh, 5-6)
Bugün de tepeden tırnağa silâhlı ordularla savunmasız sivilleri katleden melʼunlar zafer kazandıklarını düşünedursun, bu zâlimler, aslında bu dünyada kendi sonlarını hazırlamaktan, ukbâda ise Cehennem ateşini kendileri için daha da alevlendirmekten başka bir şey kazanmış olmuyorlar.
Diğer taraftan, Mevlânâ Hazretleriʼnin buyurduğu gibi:“Karanlık ne kadar zifiri ve güçlü olursa olsun, bir kibrit çakabilmek, o karanlığı aydınlatmaya yeter…”
Yani Allah dilerse, karanlıklar bir anda zâil olabilir. O dilerse zulüm ve musîbetlerin kara bulutları ansızın dağılabilir, nurlu şafaklardan saâdet güneşi doğuverir. O, “ol” derse, en olmaz zannedilen şeyler oluverir. Fakat Cenâb-ı Hak, “sünnetullah” îcâbı, her şeyi bir vakte bağlamış ve bu cihan mektebinde kullarını imtihan etmektedir.
Âyet-i kerîmelerde buyruluyor:“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!
O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: «Biz Allâhʼın kullarıyız ve biz Oʼna döneceğiz.» derler.
İşte Rabʼlerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (el-Bakara, 155-157)
Öte yandan, Allah Teâlâ nûrunu tamamlayacağını vaad etmiştir ve O, aslâ vaadinden dönmez. Dolayısıyla bunun bir gün gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hususunda endişe duymak yersizdir. Müʼminler olarak asıl endişelenmemiz gereken husus, o ilâhî vaadin gerçekleşmesi için bize düşen vazifeleri ne kadar yerine getirebildiğimizdir.
Bu hususta müʼminler olarak üstümüze düşen vazifeyi Cenâb-ı Hak şöyle bildiriyor:“Ey îmân edenler! Sabredin. Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin. (Cihâd için) hazırlıklı ve uyanık olun ve Allâh’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmrân, 200)
Yine bugün bizlere düşen; Filistinli, Gazzeli, Doğu Türkistanlı, Myanmarlı, Sudanlı, Afrikalı din kardeşlerimize vefâ hisleriyle dolu olmamızdır. Onlar için elimizden gelen ne varsa seferber etmemizdir. Maddî-mânevî desteğimizi sürdürmemizdir. Bilhassa seherlerde duâlara devam etmemizdir. Eli kanlı zâlimlere ve onların destekçilerine karşı boykotu titizlikle sürdürmemizdir.
Bizim çocukluğumuzda ihtiyar dedeler-nineler “kefen parası” adıyla üç-beş kuruşu bir kenara ayırırlardı.
İnşâallah Gazzeʼde zulüm zevâl bulup yardım yolu açıldığında kardeşlerimizin yaralarını sarmak ve vatanlarını yeniden îmâr etmelerine destek olmak için, bizler de gücümüz nisbetinde bir meblâğ hazırlamaya gayret edelim.
Şu da câlib-i dikkat bir husustur ki Gazze’de son dokuz aydan beri, âdeta Mekke devrinde müslümanlara revâ görülen zulüm, işkence ve ambargonun bir benzerini görüyoruz. Ne var ki o câhiliye devrinde bile müslümanların çocukları katledilmiyordu. Bugünkü modern câhiliyede ise müslümanların bilhassa çocukları hedef alınıp katlediliyor.
Tarih tekerrür ediyor. Kahr-ı ilâhîye dûçâr olan Nemrut ve Firavun da “çocuk kâtili”ydi. Onlar da Hazret-i İbrahim ve Hazret-i Mûsâ (a.s) gelecek ve saltanatlarını yerle bir edecek korkusuyla, yeni doğan erkek çocukları katletmişlerdi. Fakat kendi akıllarınca aldıkları bu tedbir, onlar için Allah katında takdir edilen helâkin önüne geçememişti.
OSMAN NURİ TOPBAŞ