Ahmet Taşgetiren'in köşe yazısı.

Pazar günü, aile olarak Adapazarı ve Gölcük''e gittik. Çocuklarımızın deprem hercümercini görmelerini ve yüreklerinde insanî ilgilerin çimlenmesini istiyorduk. Bu yönden çok da yararlı olduğunu düşünüyorum. Çocuklarınızla gidin ve orada birilerini ziyaret edip, duygularını paylaşın, derim. Tabiî başka gözlemlerimiz de oldu. İlk tesbit şu ki, deprem bölgesi insanı için artçı şoklar ne kadar tahrib edici ise, artçı sancılar da o kadar yıkıcı.

-Bölgede enkazın henüz sadece yüzde onu kaldırılabilmiş, desem fecaati anlayabilirsiniz. Belki o kadarı bile değil. Henüz el sürülmemiş yüzlerce, binlerce bina var... Bazı katları yere gömülmüş, üstüste binip tost haline gelmiş binalar öylece duruyor. Alt katlarda cesetler de çıkarılmayı bekliyor.

-Ayrıca öyle bir izlenim edindim ki, sanki enkaz altındaki cesed konusunu devlet gündemden çıkarmış. Enkazı kaldırılan binalardan çıkan cesedler için de, "ölüye saygı" hassasiyetine rastlamak zor. Kollar, bacaklar, kemikler demirden, çimentodan tuğladan farksız hale gelmiş. İlginç olan şu ki, arayan soran da kalmamış. Kimbilir, belki çığlıkların, gözyaşlarının da direnci bitiyor. Kameralar bu enkaz-ceset görüntülerine, kabristanlara çevrildiği takdirde sanırım çok utanacağımız manzaralar ortaya çıkacak.

-Deprem bölgesinde çadır sefaleti devam ediyor. Bir kısım depremzede henüz, yerleşim bölgelerinin içinde, boş bulduğu alanlara kurduğu çadırlarda yaşıyor. Bunlar derme çatma çadırlar... Bunlarla kışı geçirmek imkânsız. Ayrıca bu insanların iaşeleri ciddi bir problem teşkil ediyor. Kuyruk manzaraları, bu problemin dehşetini ortaya koymaya yeter. Ayrıca çevre kirlenmesi ve sağlıksız şartlar ise çileyi tamamlıyor. Akşam saatlerinde bulunduğumuz Adapazarı''nda sivrisinek istilasının insanları nasıl perişan ettiğini bizzat müşahede ettik. Çadırkentlerdeki hayat ise, bir başka sancı doğuruyor. Giriş-çıkış kontrolü, tek tipleştirme operasyonları, dışardan yardım almanın engellenmesi, buna karşılık yemek dışında ihtiyaçların karşılanmaması veya para karşılığı temin edilmesi depremden çıkmış halkı bunaltıyor.

-Deprem bölgesinde artçı sancıların belki de en büyüğü, sivil yardım faaliyetleri üzerindeki gözaltı hadisesi... Sivil yardım kuruluşları, teşekkür yerine "kerhen katlanılıyor" konuma itilmekten şikayetçi... Kimin hizmetine ne zaman el konulacağı, kime ne zaman kapının gösterileceği bilinmiyor, ama söylentiler ortalığı kasıp kavuruyor... "Yalova''da şöyle olmuş, Gölcük''te böyle olmuş, Derince''de, komşu büyük belediyelerin iş makinalarına el konulmuş..." Şuyuu vukundan beter söylentiler, gönüllülerin heyecanını pörsütüyor. Oysa ziyaret ettiğim birkaç gönüllü yardım kuruluşunun, kısa süre içinde bir çok insanın yardım talebine muhatap olduğunu gördüm. Çadırların yakınına duran otomobiller bile kısa süre içinde depremzedelerin hücumuna uğruyor.

-Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan tarafından dile getirilen "KARDEŞ AİLE" kampanyası sıcak bir girişim. "Yüreğinizde yer açın" çağrısı da son derece sıcak. Ama bunu gerçekleştirmek için iki şey elzem. Birisi, vatandaşa güvenmek, ikincisi sağlıklı organizasyon... Bu kampanyayı gerçekleştirmek için sivil organizasyonlardan, vakıflardan, derneklerden yararlanacaksınız. Onlar, sizin çağrınızı kendi çevrelerine taşıyacaklar ve aradığınız sıcak yüreği bulacaklar. Bir de sağlıklı biçimde organize olacaklar. Böylece depremin toplumsal bedeli asgariye inecek... Rehabilitasyon ortamı kendiliğinden hazırlanmış olacak... Siz de karşınızda, organ mafyası, yok bilmem ne çetesi yerine, "sorumlu" müesseseler bulacaksınız. Belki bir merkez yapı oluşturup, onunla temas kuran tüm sivil toplum kuruluşlarına, emanet kardeş aile tevdi edeceksiniz. Ama bunu yapabilmenin olmazsa olmaz şartı, "sivil topluma güven" duygusu ve "merkezi organizasyonun sağlıklı işlemesi"dir.

Aslında bu, taa baştan yapılmalıydı. Devlet, hem organizasyon itibariyle yetersiz kaldı, hem de özgür bir sivil hizmet alanı açacağına adeta sivil oluşumları rakip gibi görüp, kuşkular üretmeyi tercih etti, daha kötüsü kendini savunma duygusuna kapıldı.Deprem bölgesinde görülen şu ki, daha uzun süre sivil yardımlara büyük ihtiyaç duyulacaktır. Devletin bunu ciddiye alıp, kimseyi gücendirmeden, vatandaştan gelen en küçük yardımları bile, en azından Yunanistan''a gösterdiği hüsnü kabulle karşılamasıdır.

-Son olarak, bölgede yaygın biçimde ayrımcılık söylentileri dolaşıyor. Vatandaş, "Devlet ilgisi"nin "bulan bulanın kuş kapanın" cinsinden dağıldığını, bunda yer yer siyasi değerlendirmelerin rol oynadığını ifade ediyor. Aradan bir aya yakın zaman geçmiş bulunuyor. Deprem bölgesini gezdiğinizde Ankara''nın henüz depremi gerektiği kadar idrak edemediğini hissediyorsunuz. Korkarım bu gidişle gelecek yıl bu zaman dahi artçı sancılardan söz etmek zorunda kalacağız.

Ahmet Taşgetiren

14.09.1999 Arşivden Düşünceler