II. Dünya Savaşından sonra Almanya; Alman Federal Cumhuriyeti (Batı Almanya); Demokratik Alman Cumhuriyeti (Doğu Almanya) olarak ikiye bölünmüştür.

II. Dünya Savaşından sonra bilinen üzere Almanya; Alman Federal Cumhuriyeti (Batı Almanya); Demokratik Alman Cumhuriyeti (Doğu Almanya) olarak ikiye bölünmüştür.

Anlaşıldığı üzere ittifaklar Almanya’daki yönetimlerinde inandıkları ideolojiyi yürürlüğe koymuş, ‘’sistem ithal etmişlerdir’’.

Doğu ve Batı Almanya kavramları aslında yeni bir halk, kültür ve ideolojik sistem yaratma yarışından doğmuştur. Bu yarış bloklar için çok önemli olmuştur zira Alman Ulusu tarih boyunca her daim güçlü ve yüksek bir millet olmuştur.

Böylesine köklü temellere sahip olan bir halkı sistemlerinin saflarına çekebilmeleri büyük bir önem arz ediyordu fakat bunun altında daha da büyük bir yarış yatıyordu; Gerçek Almanya olabilme arzusu. Zira Gerçek Alman Kültürüne sahip çıkabilen devlet, Almanların gözünde meşruluğunu kazanacak, Soğuk Savaş için çok önemli bir dönüm noktası yaşanacaktı. Yani iki tarafta ‘’Almanya’yı Almanlaştırma’’ politikası içerisine girişti.

Gerçek Almanya’yı kim yaşatabilirse, soğuk savaşın galibi belki de o olacaktı zira Almanya bu mevzu bahis dönemin şah damarı, tampon bölgesiydi. Bu yarışta Doğu Almanya’nın çabalarını incelemek yararlı olacaktır çünkü ulusal bilincin ve otoritenin özgür bir ülke için ne denli gerekli olduğunu anlatan bir örnek olduğuna inanmaktayım.

 Aslında bu mücadelenin ilk ve en net örneği askeriye alanında kendisini gösterir; Batı Alman Askeri Kuvveti yani ‘’Bundeswehr’’ kurulduğunda Alman Askeri Kültürüne dair hiçbir şey içermiyordu, Amerikan Ordusundan hallicelerdi. Fakat Sovyetlere baktığımızda Prusya Askeri Kültürünü taşıyan üniformalar, rütbeler ve disiplin sistemini korumuşlardı.

 Almanlar için çok önemli olan bu kültürü yaşatmışlardı. Paralarda, eğitim müfredatında ve daha birçok alanda Alman Düşünürler bizzat öne çıkıyordu, ulusu kendi kültürlerinden uzaklaştırmak gibi bir niyetin ortada olmadığı açıktı, aksine onları ‘’sözde’’ özlerine döndürmeye çalışıyorlardı. Fakat burada bir aldatmaca bulunmaktadır, Sovyet aklının öne çıkardığı bu tarihsel figürler Hegel ve Marx gibi, sadece kendi dünya anlayışlarına uygun isimlerdi yani bu spekülasyonun vardığı nokta oldukça siyasiydi.

Burada ‘’Sahici Alman’’ olma arzusundan ziyade ‘’İstediğimiz Alman’’ olma arzusu kendisini öne çıkarmaktadır. Aynı durumun Liberal varyantını Batı Almanya’da görüyoruz, değişen şey sadece dünya görüşleriydi, yol ve yordam daima aynıydı.

 Yaklaşık 41 yıl boyunca bu iki ideoloji arasında çekiştirilen Almanya’dan öğrenmemiz gereken çok mühim bir şey var; kendi topraklarımızda özgür olamazsak bir ideolojinin güdümünde kuşaklarımızı kaybederiz. Bir güdüm devleti iken ‘’kendi kültürümüzü’’ yaşamak örnekte görüldüğü üzere imkânsızdır.

Kültürler keskin ideolojik hatlara sahip değildir zira kültürler ideolojilerle ilintili değildir. İnsanla, erdemle ve ahlâkla ilgilidir. Bizi bir bloğun ve fikrin güdümü olmaktan kurtaran atalarımıza selâm olsun.

ALİ KURNAZ

HALİL İNALCIK SOSYAL BİLİMLER LİSESİ ÖĞRENCİSİ