Din; bilinçli olmaktır, diyor Ali Şeriati. Yani gaflet halinde olmamalı bir Müslüman.

Günlük dilde menfî anlamda kullandığımız şekliyle açıklamak gerekirse bir Müslüman her şeyden önce iyi bir “uyanık” olmalı. Her şeyden önce dedim çünkü gaflet halinde yaptıklarımızın hakikatle arasında ciddi bir mesafe olması kuvvetle muhtemel. Din, insanları hakikate davet eder en başta. Dolayısıyla beş vakit namazdan da oruçtan ve hacdan da önce Müslümana farz olan bilinçli olmasıdır. Bilinç olmadan yapılan ibadetler, insanın kendisini dindar hissetme aracı olmasından öteye gidemiyor.

Peki bilinçli olmakla neyi kastediyoruz? Namazı ya da herhangi bir ibadeti ifa ederken hissederek, farkına vararak yerine getirmeyi mi? Asla. Bunu çoğumuz yapamıyorsak da en azından öyle olması gerektiğini biliyoruz. Benim bahsettiğim, dinin insana katmaya çalıştığı bilinç, toplumda dönen dolapların farkında olma halinden ibaret.

Peygamberler, gönderildiği toplumlarda sadece ibadet emrinde bulunmadılar. Aksine güç sahiplerinin güçsüzleri sömürmesine engel olmaya çalıştılar, sınıf ayrılıklarına karşı çıktılar, faizi kaldırarak insanların fakirlerin emeğini sömürerek haksız bir şekilde, topluma hiçbir şey üretmeden zenginleşmelerinin önüne geçmeye çalıştılar. Bu bakımdan dinlerin en birinci mesajı, insanların her zaman dönen dolaplara karşı uyanık olması gerektiğidir.

Dinlerin başlangıcı düşünüldüğünde para ve güç sahiplerine karşı açılmış bir savaş var olduğu görülecektir. Bizim buradan anlamamız gereken şudur: Dinler bozuk toplumlara, o toplumu düzeltmek için gönderildiğine göre bir şeylerin yolunda gitmediği, insanların her anlamda mağdur edildiği, sömürüldüğü, hakkının yendiği, fakir bırakıldığı toplumlar, para ve yönetim gücünü elinde bulunduranlara karşı mücadele etmediği müddetçe kendilerini asla düzeltemeyeceklerdir. İşte dindar insana düşen mücadele ve cihat şekli böyle olmalıdır. Dindar insan modeli beşin üstüne beş vakit daha namaz kılan, fazlasıyla oruç tutan vs. gibiler değil, kendinin ve toplumunun hakkını, gasp edenlerin elinden alma çabasına girendir. Para ve makam şakşakçısından dindar olmaz. Eğer sadece camiye hapsedilmiş ve ibadetlere hasredilmiş bir din yaşıyorsak Karl Marx’ın “Din afyondur” sözünü haklı çıkarmış oluruz. 

Peki günümüz Müslümanlığı bu bilinçten nasıl mahrum bırakıldı? Birçok şey sayılabilir bu noktada. Hatta her şey, insanı bu dini bilinçten mahrum bırakmaya alet edilebilir. Bu, kişinin meyline göre değişir. Neticede, insanı asıl yapması gereken işten uzaklaştıran her şey onu aslında dini bilinçten uzaklaştırarak güdülecek insan konumuna düşürmektedir. Somut örnekleri siz kendi hayatınızdan bulun.

Elhasıl, toplumda var olan problemleri çözmeye çalışmayan, bunun için mücadele vermeyen kim olursa olsun, isterse diyanet işleri başkanı olsun, dindar falan değildir. Dindarlığın ölçüsünü ibadetler değil, toplum için verilen mücadele belirlemelidir. Camiye girmeye olan hevesimizden çok, sokağa inme iştiyakında olmalıyız. İşte o zaman bir şeyleri değiştirmeye gücümüz yetebilir.


Mil Maarif-Sen Bursa İl Temsilcisi

Mustafa Yıldırım