Diyorlar ki, 'Allah var mı?' Bu, yüzyıllardır sorulan o büyük soru. Cevabını ararken, gelin, elimizdeki en eski metinlerden birine, Kur'an-ı Kerim'e yakından bakalım. Şaşırtıcı bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Okullarda “su döngüsü”nü öğreniyoruz. Okyanustan buharlaşma, bulut oluşumu, yağmur... Bernard Palissy, bunu 1580’de tanımladı. Peki ya Kur’an?

Zümer 21, Rum 24, Hicr 22... Yüzlerce ayet! Daha Palissy doğmadan asırlar önce Kur’an, suyun bu muhteşem döngüsünü anlatıyordu. Nasıl buharlaşır, nasıl hareket eder, nasıl hayat olur? Bilim bunu yeni keşfetti. Kur'an, çoktan fısıldamıştı.

Bilim bugün bitkilerin cinsiyeti olduğunu keşfetti. Taha Suresi 53. ayet, bundan bahsediyor: “...farklı farklı bitkilerden çiftler çıkardık.” İnanılmaz, değil mi?

Ya denizler? İki tip suyun varlığını şimdi öğreniyoruz. Kur'an'da Furkan 53, Rahman 19-20. ayetler ne diyor: “Birbirine kavuşan iki denizi salıvermiştir, fakat aralarında bir engel vardır ve birbirlerine karışmazlar.” Bir 'berzah'tan, görünmez bir engelden bahsediyor.

Bilim insanları şimdi konuşuyor: Dağlar, depremleri engelliyor. Yeryüzünün dengesi için ne kadar önemli! 1400 yıl öncesine gidelim. Nebe Suresi 6-7: “Yeryüzünü bir beşik, dağları da birer kazık yapmadık mı?” Dağları, yeryüzünün 'kazığı' olarak niteliyor. Bir sarsıntıyı tutan ana direkler gibi.

Peki, hayatın başlangıcı? Biyoloji, yaşamın temeline iniyor. Enbiya Suresi 30. ayet, çok kısa ve net: “...her canlı şeyi sudan yarattık...” Suyu, yaşamın kaynağı ilan ediyor. Yine 1400 yıl önce!

Zoolojiye bakalım. Kur’an, örümceğin yaşam tarzını (Ankebut 41), karıncaların iletişimini (Neml 18) ve arıların görevlerini (Nahl 68-69) anlatıyor.

Embriyoloji ise en çarpıcı kısım. Alak Suresi 2: “O insanı alaktan yarattı.” 'Alak' kelimesi, bugün yeni yeni öğrendiğimiz, döllenmiş yumurtanın rahme 'yapışan madde' hâlini ifade ediyor. Müminun Suresi 13-14'te embriyolojik aşamalar detaylıca sıralanıyor.

Kur'an'da binden fazla ayet, bilime işaret ediyor. Her bilimsel gerçeğin ardından o soruyu sormak gerek: “Bu bilgileri Kur’an’a kim koydu?”

Bir ateist bile tek bir cevap verebilir: Bir 'Yaratıcı', bir 'İmalatçı', bir 'Mucit' olmalı. Bu kadar detayı, bu kadar gerçeği, çağlar öncesinden kim bilebilirdi?

Biz Müslümanlar, bu Yaratıcı'yı, bu İmalatçı'yı, bu Mucit'i tek bir isimle anıyoruz: Allah (celle celalüh).

İlim ve inanç, burada, en samimi noktada buluşuyor. Gerçekler, kalbe dokunuyor.

Siz ne dersiniz? Bu kadim kitabın satırlarında, kendimizden ve evrenden gelen bu bilimsel fısıltıları duymamak mümkün mü?

Taha Kerem