Tevhid Ocağından Fransız sorulara cevaplar..

Bizler Müslüman bir ailede doğduğumuz için Allah’a inanıyoruz. Peki, Müslüman olmayan bir ailede dünyaya gelen bir çocuğun suçu ne? Bu soruyu sormak, hem insanî hem de imanî bir duyarlılığın göstergesidir.

Toplum olarak büyük bir yanılgımız var: Namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, Müslüman bir coğrafyada yaşıyoruz ve Allah’a inanıyoruz… Öyleyse herhalde cennete gideriz. Bu elbette güzel bir temenni; ancak filmin sonunu henüz bilmiyoruz.

Hiç izlemediğimiz bir filmin sonunu biliyormuş gibi yorum yapabilir miyiz? Bu, olsa olsa bir ahmaklık olur. Unutmayalım ki filmlerin sonu genelde sürprizlerle biter.

Allah dostlarının meşhur bir duası vardır:
“Ya Rabbi! Bize son nefese kadar iman, son nefeste de iman nasip eyle.”
Bu dua, âlimlerin ve salihlerin akıbetlerinden emin olmadıklarını, ne kadar hassas bir endişeyle yaşadıklarını gösterir.

Çünkü imanla öleceğimizin garantisini bize kim verebilir? Hayat yolculuğunun sonunda nerede duracağımızı kim bilebilir? Filmin sonunu bilmiyoruz...

İmandan önce önemli olan, ihlâstır; yani samimiyettir. Bir insan, Müslüman olmayan bir coğrafyada doğmuş olsa da içten ve dürüst bir hayat sürüyor, hakikati arıyorsa Allah Teâlâ o kuluna zulmetmez. Ona bir kapı gösterir, bir vesile sunar, hidayete erdirir.

Bizler, Müslüman bir ülkede doğmuş olmakla büyük bir nimet kazanmış olabiliriz. Fakat bu, imanla öleceğimizin teminatı değildir. Bu nimetin de hesabı vardır. Diğer yandan, imanla hiç tanışmamış bir kişi, ömrünün sonunda hidayetle buluşursa… Geçmiş günahları silinebilir. Belki de bir çocuk gibi tertemiz bir hâlde son nefesini verebilir.

Biz ise yalanlarla, kul haklarıyla, ihmal ettiğimiz ibadetlerle Allah’ın huzuruna çıktığımızda, belki bitmek bilmeyen bir hesapla yüzleşeceğiz.
Ve belki o kişi, cennete giderken dönüp bize şöyle diyecek:
“Sizin işiniz uzun… Bana müsaade.”

Şimdi soralım:
Kim daha şanslı?