Ahmet Taştan'ın köşe yazısı.

“Konferansı bitmişti. Hayranlarının doldurduğu koca salonda heyecanla başlayan konferansın ardından kitaplarını imzalayacaktı genç hanım yazar. Kürsüden indi, önünde açılan insan koridorundan ağır adımlarla geçerken yıllar önce 9. sınıfta iken... Okul kütüphanesinde, edebiyat öğretmenine karşı yapmış olduğu mazeret dolu konuşmasını hatırladı birden.

Yanındaki Melek gibi arkadaşı iki sayfa dolusu yazmıştı, yazamadığı için edebiyat öğretmenine karşı mahcup hissediyordu kendisini. “Size karşıda mahcup oluyorum” demişti. Sonra yazarlık kursuna  gelmekle gelmemek arasında yaptığı iç pazarlığı dillendirmiş, gelmesem daha iyi olur noktasında karar kılmıştı.

“Yazamıyorum aklıma hiçbir şey gelmiyor, birkaç cümle tasarlıyorum, ondan sonra her şey bitiyor, kopkoyu bir karanlık. Yazar olmak istiyor muyum? Hayır. Yazmasam hayatıma devam edebilir miyim? Evet... Kendine sorup kendinin cevapladığı günden bu tarihe 15 yıl geçmişti ve o şimdi kitaplarını imzalayacaktı.

Tanınmış bir yazar olarak, genç hayranlarına nasıl kurgu yaptığını, kahramanlarını nasıl belirlediğini, onları betimlerken hangi açılardan baktığını, bu kadar hacimli kitabı nasıl tasarladığını anlatacaktı biraz sonra.

Eğer geçmişindeki kendi hakkımda verdiğim hüküm kesinleşmiş olsaydı, kendi kalemimi kendim kırmış olacaktım. Bugün de elindeki kalemle bu imzaları atamayacaktım, diyecekti belki de.

Yine hocasının, kendisini ikna etmekle etmemek arasında kurmuş olduğu cümleleri hatırladı. Yazmak sana ne kazandıracak? Yazmazsan neyi kaybedeceksin ki?Kazandıracağı şu, “kendini tam manasıyla ifade edebilmeyi, kendini çoğaltmayı, kendinin geleceğe  kalmasını sağlamayı ve belki de arkasından hayranların sıra sıra dizilmesini... Belki alkış sesleri, belki çok paranın getireceği konforun tadı, belki de tanınmış olmanın hazzı... Kazanacağın bunlar yazarsan.  Yazmazsan kaybedeceğin de bunlar.” Saçına sakalını karlar yağmış edebiyat hocasını sesini duydu sağ kulağının ardından.  

Nasıl yazamadığını anlatmıştı genç kız. Yazarlık kursundaki konuşmasının üslubundan tespit ettiği ip uçları ile çok güzel bir yazar olabileceğini tahmin eden öğretmenine müteşekkir olacağını, o günlerde hiç düşünememişti. Ama bugünlerde eli kalem tutuyorsa, bunca hayranlarının karşısına geçip tatlı tatlı derdini anlatabiliyorsa, kendi ufkunu genişletip insanlara faydalı olabiliyorsa, o gün kendisinin olumsuz düşüncelerine teslim olmadığının, vazgeçmediğinin semeresiydi.

Edebiyat öğretmeni, bir gün zuhur etmesini beklediği bu olayı keramet gösterircesine yıllar öncesinden kaleme aldı ve dua makamından kabul etti yazdıklarını. Yüce Yaradan’a arz etti küçük bir gönlün güzelliklere açılmasını.

“Vermek istemeseydi, istemek vermezdi” kuralını hatırladı. İstek tohumunu küçük öğrencisinin gönlüne atmak için “asla vazgeçmemelisin” sözünü de hatırlattı. Eğer isteyebilirse verileceğinden emin olabilirdi.

15 yıl sonra ummadığı güzelliklere vasıl olmuştu işte. Teşekkürler sayın hocam dedi sessizce elini göğsüne götürürken anlamsızca bakan insanlara dikkate almadan.

         AHMET TAŞTAN