Kardeşlerim,Bir Keloğlan masalı dinlemedik. Tarihte ‘cengâver’ olarak bilinen birisini dinlemedik. Sürece dikkat edin; cahiliyede yaşamış, alkolik bir hayatı var. Müslüman olmuş, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi görmüş, tövbe etmiş. Şeytan son bir koz oynayıp buna bir daha alkol vermiş, kandırmış onu. Tekrar alkol almış. Yılların cahiliyesine tekrar dönmüş ve sonra da o sarhoş hâliyle müminlerin emiri Sad bin ebi Vakkas’a yakalanmış.

Elleri ayakları zincirlenmiş, hayvan bağlanır gibi çadırın dibine bağlanmış. Medine’ye gidecek, cezalandırılacak. Çünkü İslam’ın kritik yaşadığı zeminlerde had cezası uygulamak yok. Medine’ye gidecek, İslam’ın istikrarlı olduğu bir yerde o cezasını bulacak.

Ancak, ey nefes alan bütün müminler! Nefeslerimiz dursun, kalplerimiz ürpersin! Şu manzaraya bakın! İçki içen, alkol alan sarhoş, Ömer bin Hattab’ın kırbaçlarını yemek için gün bekleyen adam, ümmetin dara düştüğünü, atları üstündeki mücahitlerin kafalarının koptuğunu, ümmetinin perişan olduğunu görünce o hâliyle yalvarıp yakarıp ölüme gitmeyi arzu etmiş.

Şu sarhoşa bak, bir de camide namaz kıldığını zannederek ümmetin perişan hâline ağlamayı bile beceremeyen Müslüman’a bak! Sarhoşa bak, sarhoşun hâline bak, sarhoş dediğine bak! Bir de diploma peşinde koşmaktan otuz yaşına geldiği hâlde hâlâ ümmetine bir zırnık faydası olmamış, hâlâ kendisi için, makamı için, koltuğu için bir şeyler yapmaya çalışan, emekli olduktan sonra umre yaparak en büyük Müslümanlık kampanyalarına katılacağını zanneden nesle bak… bir de sarhoşa bak!

Ashab-ı kiramı biz Ebu Bekir’iyle ne hakla ölçeriz? Hangi hakla Ömer’e kıyas ederiz kendimizi? Sarhoşlarına bakıp, alkol almışlarına bakıp Müslümanlığımızı ölçmemiz gereken bir zamandayız biz. Ey Ebu Mihcen, ey alkol müptelası olmuş, ey en büyük günahlardan birini işleyen Ebu Mihcen, Allah senden razı olsun. Bu verdiğin örnek, bu verdiğin ders, bu gönderdiğin mektup nasıl okunacak bu toplumlarda? Müreffeh hayatımıza rağmen, oturduğumuz daireler önceki nesillerin kral dairesi dediği yerler olduğu hâlde, daha genişinde oturmak için krediye bulaşmaya fetva arayan nesil ve Ebu Mihcen!

Kızlarını ve erkek çocuklarını Allah’ın şeriatına kurban etmeyi lafla bile beceremeyen nesle bak; ayıldığı bir saat olalı, daha yeni ayılmış bir Müslüman olduğu hâlde ümmet-i Muhammed’in düştüğü zafiyetten dolayı çırpınan Müslüman’a bak! Ey Peygamber’im! Sen ne nesil yetiştirmişsin meğer! Hep biz Ömer bin Hattab’a takıldık kaldık, Ali’ye takıldık, Halid bin Velid’e takıldık. Sarhoş olanı bile “Allah ve Resûlullah!” deyince yerinde duramayan, ne ateşli insanlarmış meğer!

Bizim ayıklığımız ve Ebu Mihcen’in sarhoşluğu arasında nerede yer bulacağımızı merak ediyorum kardeşlerim.

Ebu Mihcen, -Allah bilir ya- ne benim kadar ne de bir imam-hatip lisesi mezunu kadar ayet-hadis de bilmiyor olabilir. Hafız değildi bir kere. Taif fethedildikten sonra dokuzuncu yılda Müslüman oldu. Bir yıl kadar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kaldı, iki yıl da Ebu Bekir’in; eder üç yıl. Ömer’in de birinci senesinde Kadisiye’ye katıldı. Dört yıl, bilemedin beş yıllık Müslüman. O yaştan sonra hafız mı olacak, hadisleri mi ezberleyecek? O yaştan sonra İslam namına ne öğrenebilecekti? Ama Allah bildi, Resûlullah bildi. Sarhoş olduğu hâlde, alkol kullandığı hâlde ayılınca Allah’ı hatırladı.

Bizim hacca gidip hatıra fotoğrafı çektirdiğimiz yerlerde Allah’ın cemalini aradı o. Biz hatıra fotoğrafıyla meşgulken, hacdan hatıralık malzemeler getirirken o, ayık olmadığı hâlde Allah’ın ve Resûlullah’ın vaadi olan cenneti cenk meydanlarında aradı. Onun sarhoşluğu bile bizim için ibret oldu. Sarhoşken gördüğü şeyleri -Allah ondan razı olsun- keşke biz ayıkken görebilseydik. Cennet umudu ayıkken gözlerimizi tüllendirebilseydi.

Sonra Sad bin Ebi Vakkas, “Seni affettim” deyince kalktı ve dedi ki: “Allah şahit olsun ki, bu fetihte adam olmak, at binmek, kılıç kullanmak nasip oldu bana. Bu melanete ölünceye kadar tutmayacağım bir daha!” Şükrünü böyle yaptı, Allah ondan razı olsun.

Ebu Mihcen diye anıtlar mı diksek acaba? Bu Ebu Mihcen’i kitaplara eğitim malzemesi olarak mı koysak? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yetiştirdiği ilk mümin neslin sarhoşuna bak! Kadınına bak! Şu kadına bak! İslam orduları başkumandanı Sad bin ebi Vakkas’ın karısına bir baksana! Kocası ordu başı, ülke fethetmeye gelmiş, medeniyet denen rezaleti yıkmaya gelmiş, Peygamber aleyhissalatu vesselamın derin ashabından birisi. Kadındaki cesarete bak! “Ne olursun şehadetime engel olma, bırak ben de gideyim ümmetime yardım edeyim!” diyen yalvarışa dayanamamış. Bırak Ebu Mihcen’deki yüreği, Sad’ın hanımındaki yüreğe bak sen!

Kadına bak! O kadını bir anıt gibi, koca bir minare gibi kapılarımızın önüne koyup evlerimizin penceresinden yirmi dört saat seyredelim de, çocuğunu hafızlık yaptırmaya bile kıyamayan ve sadece mevlit gecelerinde, kandil gecelerinde, uyduruk bir başörtüsüyle, Kur’an dinlediği için iyi Müslüman olduğuyla teselli bulmaya çalışan nesle bakalım. Bir de Sad’ın hanımına bak! Ümmete yardım söz konusu olunca her şeyi göze alıyor. Belki onu kocası bu durumdan dolayı boşayacaktı.

Sad gibi bir adamın bağladığı zinciri bir kadın çözebilir mi? Çözer, o ashap, o Resûlullah terbiyesi görmüş bir kadınsa çözer, boşanmaya da razı olur, onun yerine zincire vurulmaya da razı olur ama Allah için, Peygamberi için, ümmet-i Muhammed’e yardım etmek için cezaya razı olur ve Ebu Mihcen’i orduya gönderir. Bu da Sad’ın hanımı işte, bu da kadın. Bu da kadın. Mobilyalarına secde eden de kadın, bu da kadın!

Ebu Mihcen’i mi örnek alalım, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin terbiyesini görmüş Sad’ı mı örnek alalım, hanımını mı? Hangisini istersek, işte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin okulunun mezunları buydu, böyle bir eğitimden onları geçirdi Efendimiz. (DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)

NURETTİN YILDIZ