Ahmet Taştan'ın köşe yazısı.

Böyle bir yazı tasarlamak yerine içimden geldiği gibi samimiyet ile haykırmak istiyorum. Bakın bir hafta öncesinde genç bir delikanlı, daha dün bir öğretmen arkadaşımız ve depremde 47 bin can aramızdan ayrıldı.

Köşe bucak her yere yazalım “Ölüm var ölüm!” Hazır olun ölüme. “Deprem öldürmez  çürük binalar öldürür.” Sözüne o kadar iman edildi ki itiraz etmeye, bu söze bir şeyler eklemeye, ya da  farklı açıdan bakmaya tahammül kabul edilemez bir hal aldı.

İnsanların çoğuna “Ölümden kaçmak mümkün değil. Ne tedbir alırsan al!” deyiversen vay başına geleceklere.

Sanki tedbir alma demişsin... Sanki bilimsel verileri inkar etmişsin... Sanki birilerinin ölmesi kaçınılmaz demişsin...

Ölüm var ve kaçınılmaz ise ölüm sonrası ebedi hayata, bu dünyada yaptığından hesap vermeye gidecek insanoğlu. Bu hakikatin üstünü deprem molozları örtebilir mi? Bu hakikati, arkadaşının cenazesi önünde perişan olanların tüttürdüğü sigara dumanları da gizleye bilir mi?

Kızgınız ya içilen sigaraya da karıştığımız sanılacak. Derdimiz o da değil. Depreme hazırlanan insan ölüm sonrasına da hazırlan. Dediğimiz budur. Bu hesaptan kaçış yok.

Namaz ile başlayan bireysel hazırlık, kul hakkından sakınmaya, oradan işini güzel yapmaya kadar her alanda hazırlıklı olmak lazım.

Trafik kurallarına uymayıp kaza yapanlara karşı içimizde “ah be oğlum, öyle hızlı gitmeseydin, ah be oğlum emniyet kemerini taksaydın vb. cümlelerden sonra ne dersen de bu saatten sonra kimse onu geri getiremez. Bu boş sözler o vaktin sözü değil elbette. İçimizden geçirmiş olsak dahi telaffuz edemeyiz. Doğru değildir zaten. Lakin ölüm gibi bir nasihatçiden bir kaç hisse alamaz mı taş kafamız. Uyanmaz nefisler hala gaflet denizinde yüzer. Hayat kaldığı yerden devam eder. Değişen bir şey olmaz. Vur patlasın çal oynasın. Kıskançlıklardan vazgeçilmez, adam aldatmacaya devam, dünyayı mamur etmeden geri durulmaz. Ey akıl neredesin, ey akletme seni nerede kaybetti insanlar...

Tüm bunları kendi nefsime söylüyorum öncelikle. Koca bir ömür namazsız, sohbetsiz, okumasız, salih insanlardan uzak geçen vakitler bizi hangi vurdumduymaz demlere savuracak.

Depreme değil ölüme hazır olmalıyız. Madem ki Azrail (as)'ın mesai mefhumu yok. Bizim de ibadet vakti mefhumumuz olmasın. Her an hazır asker gibi. “Haydi savaşa!” dediklerinde “Emret komutanım!” diyen asker gibi ölüme hazır olmalı insan. Giden gitti. Oradan bize haber verecek hali yok onların. Lakin kutlu elçi biliyor ve bize bildiriyor.

Hangimizin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan Rabbimizin uyarıları da mı uyandırmayacak bizi.  Ölüm, hayatın zıddı gibi görünüyor. Ölüm yokluk manasına gelirken hayat varsıllık anlamına geldiği yaygın kanaat. Lakin biz ebediyete doğmuş varlıklarız. Yolculuğumuz devam ediyor toprakaltı ya da topraküstü olması fark etmeden.

“Ölenin amel defteri kapanır ancak bazı insanların amel defteri kapanmaz” sözüne kulak vermek gerekir. Hayırlı evlat bırakmak, güzel bir ilmi eser bırakmak, insanların faydalanacağı çeşmeler vesaire hayırlar yapmak.  Bu ne güzel müjdedir. Önden gidenlere, ardından yollayabileceğimiz bir imkan bırakıyor bize.

Ama şu hadis-i şerif de bizi uyarıyor. “İnsan öldüğünde cenazesini üç şey takip eder: ameli, malı ve dostları. Lakin ikisi geri döner, dostları ve malı... Sadece ameli onunla kalır. Hepimiz farkında olmadan yaptıklarımızla bir “amel defteri” yazıyoruz. Sağ tarafımızdan ya da solumuzdan veya arkamızdan bize uzatılacak amel defterinin bizi cennet diyarına ulaştırılmasını temenni etmek için fırsatı kaçırmamalıyız. AHMET TAŞTAN