Haftanın günlerini böyle tanımlamak oldukça hoş göründü bana. Kitap bir medeniyettir, bir ölçüdür, bir nizamdır, bir disiplindir, bir sınırdır ve bir göstergedir. Kitabın ne anlama geldiğini bilen toplumlar, ona yeterince değer verebilseler keşke...

İnegölümüz bu anlamda dördüncü kez ciddi bir hareketlilik yaşıyor. Belediyemizin tertip etmiş olduğu kitap günleri fuarı Kültürpark içindeki o muhteşem sayılabilecek mekanda yerini almış bulunuyor. Elbette ki böyle çaplı bir organizasyonun ufak tefek kusurları olabilir ama genel itibarıyla büyük illerdekini aratmayacak bir etkinlik.

100 yayınevi, 100 yazar... Çok etkileyici ve kapsamlı ifadeler bunlar. Bağrında kitapların ve yazarların değer bulduğu milletler, kısa zamanda beklenmedik bir ilerleme yaşayabilirler. Hele de öğrencilerin bir yazarla tanışması, bir kitabın içinde kaybolması kendi hayatlarında unutulmayacak izler bırakabilir.

Yayınevlerinin stantları rengarenk kitaplar, sevdiğimiz, beğendiğimiz yazarların çeşitli eserleriyle boy gösterirken ziyaretçilerin kimisi bakıp geçmekte, kimisi alıp incelemekte, kimisi de ellerini doldurmakta. Zahmeti ve masrafı ne olursa olsun, kitap fuarları bir aydın bir toplum için lazım bir şey.

Okullara konferansçı olarak gönderilen yazarlar da bu kıymetli bir organizasyonun en güzel unsurlarından birisi olduğunu söylemeliyim. Bu anlamda İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünü ve Belediyemizi tekrar tekrar teşekküre boğmam gerekiyor.

Çalıştığım okula "Yusuf Efe Göçer" isimli genç yazarımız teşrif etmişti. O hafta sonu okul pansiyonunda nöbetçi idim. "Hadi gençler, yazarımızı dinlemeye..." diye bir çağrı yaptığımda, tatilleri işgal edilmiş ya da bilmediğinin düşmanı pozisyonunda olan gençler, "hocam gitmek zorunda mıyız?" diye yakındılar lakin fayda etmedi. Bir güzel davetle buyur edilmiş youtuber yazar Yusuf Efe'nin kitabı, pansiyon öğrencilerine daha önceden dağıtılmış ve en nihayet kendisi de okulun konferans salonu icabet etmişti, gitmemek ayıp olurdu.

Yazarımızın sahne performansı oldukça etkiliydi. Bir anda halet-i ruhiyelerini tasvir eden cümlelerle rahatlattı gençleri. Kitapta roman tadında yazdığı hayatının gerçekliğinden, kavgalara girip çıktığından, beş yıl öncesine kadar alkol kullandığından, sonra da sohbetlere başlayıp hayatında bir U dönüşü yaptığından bahsetti.

Konuşmasını renklendirmek maksadıyla oturduğu yerden kalkıp sahnenin ön tarafına gelerek daha samimi muhabbet oluşturdu. Elli- atmış kişi olan liseli gençlere isimlerini sorup neredeyse tek tek ilgilendi. "Gitmek zorunda mıyız" diyen gençler, "iyi ki gitmişiz, iyi ki dinlemişiz" moduna geçtiler. Sonra kitap imzalama vaktinde hoş sohbetlere devam edildi. Gençlerin beşi-bir yerdeymiş gibi beş el bir kitaba tutunarak verilen poz ile ayrılık saati geldi.

"Kardeşim!" kelimesine vurgu yaparak güzel konuşmalar yaptığı videolarındaki sesiyle seslenerek karşıladım kendisini ve öylece de uğurladım.

Kitap fuarının ilk gününde Payitaht Abdülhamid'in Tahsin Paşasını dinleme imkanımız oldu. Çok disiplinli bir insan olduğunun altını çizerek, "dinlemek isteyenler kalsın, işi olanlar lütfen ayrılsın, konuşma yaparken çıkıp gitmeniz dikkatimi dağıtıyor" cümlesinin ardından liseli yıllarda 1500-2000 tane kitap barındıran bir kütüphanesi olduğunu söyleyince dinleme dikkatim bir kat daha arttı.

Batı kültürüne yönelik yaptığı ciddi eleştiriler pek hoşuma gitmişti. Çünkü genellikle ben de onun gibi düşünüyorum. Altını kalın kırmızı kalemle çizdiği bir cümle şuydu: "Ortaçağ Avrupa'sında sokaklar pislik içindeyken Osmanlı Vakıf kültüründe kurulan bir vakfın, gafleten yollara tüküren insanların türklüğünü ve hayvan pisliklerini kireçle temizleme konusunda çalışma yapıldığını belirtti. Hele hele kuş evleri başka bir millette görülmeyen hassasiyet idi, dedi.

Bir de hayranı olduğum Rasim Özdenören muhabbetini çok beğendim. Bu muhabbetten de bahsetmek isterdim ama birçok kitabını okuduğum, fikir dünyamı ve yazı üslubumu besleyen Rasim Hocama ayrı bir yer ayırmak gerekiyor sanırım.