DEPREMİN GETİRDİĞİ

Önüne aldığı beyaz kağıdın orta yerine yukarıdan aşağı siyah bir çizgi ile ikiye ayırmadan önce, başlık olarak "Depremin İlm-i Hali" ya da "Depremin Duygusal Profili" diye başlık attı bozuk büyük harflerle. Çizginin sol tarafına “Sevinç Hali” yazdı sağ tarafına "Hüzün ve Acı Hali..." Aklına ilk gelen şey (biraz da söylemekten çekindiği için) acaba yanlış anlaşılır mıyım endişesiydi. Sevincin altına depremin 3. günü, 4. günü, 5. günü, 6. günü ya da 7. günü gözyaşları eşliğinde izlediği kurtarma çalışmalarıydı. Özellikle ufak bebeklerin, küçük kızların, Kur’an okuyarak enkazdan çıkanların görüntülerini sevinç bölümüne yazdı. İkinci maddeye depremzedelere yardım toplamaya çalışan insanların gönlündeki rahatlama hissini fark ettiği için bunu da sevinç hanesine yazdı. Depremzedeler için toplanan erzakları ve kıyafetleri, tasnif için yardım edenlerin kalbindeki buruk sevinci fark etti... Bir şey yapıyor olmanın mutluluğunu hissetti. Göçük altında kalıp son nefesini verenlerin sayısının daha fazla olmayışı teselli oldu birazcık. Bu duygunun adını doğru koyup koymadığını bilmiyordu. Bir can, bir insan her şeydi zaten... Lakin depremin etkisine, şiddetine, tesirine göre daha fazla vefat eden olmadığına şükretti belli belirsiz. “Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır” ayetini okuduğunda kolaylığın getireceği güzel günleri düşünerek sevindi. “Her hayırda, bir şer; her şerde, bir hayır vardır.” cümlesini düşündüğünde hayrı beklemenin kalbine verdiği mutluluk için sevindi. Bütün bu felaketler karşısında sarsılsa da yıkılmadığına, dağılmadığına, isyan etmediğine aksine sabrettiğine, Allah’tan geldiğine yine Ona döneceğinin bilincini yaşadığına sevindi. Sonra çizginin sol tarafına dikti gözlerini bir an. Hemen, düşünmek maksadıyla gözlerinin karanlığına sığındı... Acının gelip yüreğine oturduğu anlar, fotoğraf karesi gibi sıra sıra geçiverdi hayalinden. O harabenin, o taş yığınlarının arasında günlerce kurtarılmayı bekleyen masum bir bebeği, bir genç kızı, şefkatli bir anneyi ya da çaresiz babayı düşündükçe ciğeri yandı. Bunu yazdı ilk maddeye, ilk sıraya. Sonra depremde molozların kaldırmak için çaba sarf eden ve çalıştıkça parçalanmış cesetlere ulaşan insanların gözlerinden yüreklerini gördü ve bir kez daha üzüldü. Sonra yardım kolileri dağıtan insanların sitemlerini... “Bu kış gününde, buraya, yazlık kıyafetler veya uygunsuz, kirli kıyafetler gönderilir mi? Bir de utanmadan topuklu ayakkabı göndermiş!” diyen insanı duydu, üzüldü. Yardım için gönderilmiş onca malzemenin zayi olduğuna da hüzünlendi... Bereket bolluk vardı ama yine yerine ulaşmamış yardımlar perişan etti onu. Canı yandı. Acıyı sıralayan maddeler aşağıya doğru kayıp gidiyordu. Depremin büyüklüğü ve insanların ilk günde afallamış olmasını, sonradan bütün gücüyle yardıma koşan milletin, devletin kadrini kıymetini bilmeden, pireyi deve yapıp eleştiren insanları görünce üzüldü. Sevdiklerinden haber alamayan insanların, endişeli ve korku dolu halini görünce bir acı daha düştü yüreğine. Sevinçlerle hüzünlerin; mutlulukla acının savaştığı bir muharebe meydana gibiydi yüreği. Gözlerini kapayıp düşündükçe, kalbi iki yüzlü bir pervane gibi dönüp duruyordu gördüğü manzaralar karşısında. Listenin altına yekün çizgisi çekti. Lakin hüzün galip gelmişti.