Mehmet Arif Selim yazdı

Yaşayanlarınız bilir; insanın babası vefat edince dünyası daralıyor, kocaman bir boşluk hissediyor ve etrafında ne kadar insan olursa olsun koca gezegende yapayalnızmış gibi hissediyor.

Allah'tan geldik, şüphesiz ki yine ona döneceğiz. 5 Ocak 2024 tarihinde babam Nihat GÜLÇEBİ vefat etti. Babama ve tüm geçmişlerinize rahmet olsun. Hayattakilere iman, sağlık ve afiyet diliyorum.

Babamın vefatı sonrası yaklaşık on beş gün gündemi takip etmedim / edemedim. Sadece etrafımdaki insanların Gazze ile ilgili malumatlarına kulak kabarttım. Zira Hak - Batıl savaşının en güncel meselesi Gazze. Ayrıca, rahmetli Babamın, hastalığı sürecinde, o halsizlikten konuşamayan haliyle bana sorduğu nadir sorulardan birisi " Adem, Gazze'ye hala vuruyorlar mı ?" idi. Müslümanın içine dert oldu oturdu Gazze. Zira Muhammed Ümmeti isek, ümmetin derdiyle dertlenmek imanımızın gereğidir.

Gazze derdimizin dışında içimizi acıtan meselelerden birisi ise Kutsal Kitabımız'a yapılan adice saldırılardı. Babamın vefatı sonrasında, dünyadan koptuğumu hissettiğim günlerde, içimi ferahlatan bir görüntüye denk geldim (a)sosyal medyada.

Allah razı olsun, taziye için arayanlar oldu. Arayanlardan bazılarının ismi telefonumda olmadığı için, vatsap profillerinden bakıp kim olduklarını anlamaya çalışırken pat diye önüme düştü o harika görüntü : Kur'an-ı Kerim'i yakmaya çalışan adi bir mahlukatın yanına şimşek hızıyla yaklaşan bir mübarek, o adiye öyle bir uçan tekme vurdu ki, hayatımda gördüğüm en harika tekmeydi.

Geçmişimde tekvando  sporu ile uğraştığım için çok tekme gördüm ama, bu kadar güzelini ve bu kadar anlamlısını görmedim. Ey babayiğit ayağına sağlık, Allah senden razı olsun.

Entel dantel konuşup "şiddete hayır" diye zırvalamanın anlamı yok. Hak edene hak ettiği dilden konuşmak gereklidir yeri gelince. Şiddetten rahatsızMIŞ gibi yapanlar,  Gazze'deki ve Dünyanın dört bir yanındaki şiddetten neden rahatsız olmuyorlar?

Çocuklarımız katlediliyor, kutsalımıza saldırılıyor elimizle, dilimizle buna karşı çıkmalıyız. Yetmezse Haçlı Seferleri'ndeki gibi, Malazgirt'teki gibi, Varna'daki gibi, 15 Temmuz'daki gibi ölümü ödül bilip meydana atılmasını da bilmeliyiz.

Dinimize, vatanımıza, ümmetimize, milletimize saldıranlara karşı yeri geldiğinde tekmelerimizi savurmayacaksak o ayaklar neye yarar?

Tekme atan ayağına sağlık yiğidim. O tekmenle içimize su serptin. O bunalımlı halimle beni ferahlattın, Allah da seni ferahlatsın iki cihanda.

Benim kimsenin inancıyla bir meselem yok, kimsenin de benim inancımla meselesi olamaz. Güya özgürlük maskesi altında, benim kutsalıma, kitabıma, vatanıma saldıran şahıslar da, o yobaz saldırganları destekleyerek resmi polislerinin koruması altında Kur'an-ım'a, bayrağıma saldırtan devletler de benim düşmanımdır. Ama bugün ama yarın, o düşmanlara gereken cevabı vermek, gereken tekmeleri vurmak da bizim boynumuzun borcudur.

Her şeyin bir zamanının olduğunu, Müslümanlar'ı şiddet sarmalının içine çekme planlarını da biliyorum fakat, bunları yazmak da benim boynumun borcuydu. Zira eyleme geçmek için uygun vakit beklenebilir fakat, fikirsel anlamda bir şeyleri ifade etmek için geç kalırsak hassasiyetlerimizi de zamanla kaybedebiliriz. Normalleştirme tuzağına düşmemek için,  yeri geldiğinde o tekmeleri savunmasını bilmeliyiz.

Hak yolundan ayırma bizi ya Rabbi...

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlardan da eyleme bizi ya Rabbi...