Allah, insanı mükerrem olarak yarattığını buyuruyor.Yine insanın "ahsen-i takvim" üzere yaratıldığı hükmü, onu Yaratan'a ait. Bir de insana üflenmiş "Rabbani ruh" gerçeği var. Bu da, ilahi mesajla bildirilen bir gerçek.

Bütün bunlar, mücerred planda "İnsana saygı" diye bir terbiyeyi koyuyor önümüze. Rasulullah Efendimizin, mü'min olmayan bir cenaze için ayağa kalkması da, mücerred anlamda insan saygısı ile bağlantılı olmalı.

Ve Rasulullah, hayvanlara bile sövülmemesini bildiriyor mü'minlere. Yaradan'ın hatırına saygı çerçevesine giriyor bu da. Muhyiddin Arabi'nin "Ha­va­ya, suya iyi davran" çağrısını, "Kur'an'a, namaza iyi davran" çağrısının yanına koyması da, cansız varlıklarda bile bir izzet bulunduğu idrakiyle ilgilidir. "Kainat Allah'ı zikrediyor" gibi bakarsanız evrene, kalbiniz bir başka saygıya endekslenmiş olur.

Buna karşılık, ucu şirke çıkar diye saygıyı azalta azalta giderseniz, içinizde saygı potansiyeli de kurumaya yüz tutabilir. Ama Allah'a yönelik saygıdan yola çıkıp, O'nun yarattığı her şeye, O'nun izzetini yüceltme ve şükür vesilesi kılma duygusuyla yaklaşırsanız, bir çiçeğe bakıp, ondaki rengi kokuyu, güzelliği önemseyip, bunun Allah'ın ikramı olduğunu zikrederseniz, Allah'a yönelik huşuunuz, hürmetiniz, muhabbetiniz sonsuzluklara kanat çırpar.

Müsteşriklerden bizim ilahiyat eğitimi or­tam­larına sirayet eden bir "eksiltme yönelişi" var. Sözümona ilim tarafsızlığı ile Hazreti Muhammed'in başındaki "Hazret"i kaldırma, "derse imanı kapıda bırakıp girme", Allah'a "Tanrı" deme vs...

Bunlar, "Bilim çağı" denen ve dinin eski çağlarda kaldığını düşünen pozitivist yönelişin, ilahiyat alanına sıçrattığı densizliklerdir.Burada insan, aklı, düşünebilme kapasitesi dahil bütün varlığını Allah'ın yarattığını unutarak bakıyor hadiseye. Kutsallıkları bitiriyor. Her şeyi ahval-i adiye haline getirebileceğini sanıyor.

Hristiyan dünyası çok önceleri girdi bu yola.Maalesef bunda, Hristiyanlığın gerçek vahiy ikliminden koparılmış ve esatir ile doldurulmuş bünyesi de etkili olmuştur. Batı'da zihinler, böyle bir din yapısını sorgulayınca, sonunda, dinin bizatihi kendisi de yara almıştır.

Bu, bizde belki önce pozitivist çevrelerde karşılık buldu, ama zaman içinde, protestanlaşma Ð aklileşme tarzında bizzat ilahiyat muhitlerimize intikal ettti. Bir tür "saygı eksilmesi" süreci yaşandı. Hadis sorgulaması, bir süre sonra Peygamberlik makamının sorgulanmasına, oradan Kur'an ayetlerinin "tarihselliği" sorgulamasına, oradan Kur'an'ın sorgulanmasına yöneldi.

Tevhid hassasiyeti, amenna. İslam tevhiddir. O noktada ne kadar titiz davranılsa yeridir.

Dinin, efsanelere bürünmemesi, "akıl dışı" bir hüviyet kazanmaması hassasiyeti, amenna. Allah Teala aklı insana, çok hayati bir ikram olarak lutfetmiş ve insanın onu, en müessir biçimde kullanmasını istemiştir. Kur'an buna ilişkin ayetlerle doludur. Ama yine Allah Teala, aklın, vahiyle terbiye edilmesi zaruretini de getirmiştir.Akıl, kalb her neyimiz varsa... Bütün bunlar, Allah Teala ile ilişkimizin içinde anlam kazanmalı, din budur.

Orada da belki en temel nokta, sonunda teslimiyete ulaşmaktır. Gönlümüzde bir "silm" oluşmasıdır. İslam'ın her müessesesi ile cedele tutuşan, onu didikleyen, şimdi bolca tüketilen ifadeyle "sorgulayan" bir yüreğin sekinete ermesi zordur. Sonunda, didiklenmemiş bir alan kalmayabilir ve ortaya didiklenmemiş bir yüreğin bulunmaması sonucu çıkar. İnsan kendine yazık eder. Bugün Batı'da, dini didikleye didikleye tüketmiş, ama kendisi de ruh olarak tükenmiş bir dünya vardır.

Şimdilerde İslam da böyle bir sınava sokuluyor. Bu noktada, mü'min yüreğine itina edenlerin hassas olması ve sonunda kalben didiklenecekleri bir yola girmemeleri gerekir.Allah herkesin ne yapıp ettiğini görüyor. Başka ne denir!

Ahmet Taşgetiren/ ALTINOLUK DERGİSİ-2013 - Mayıs, Sayı: 327, Sayfa: 003