Ömer radıyallahu anh, Ebu Hureyre’yi “Git, İslam’ı orada öğret” diye Bahreyn’e gönderdi. Ebu Hureyre yıllar sonra geldi, Ömer’in karşısına çıktı, “Geldim, şu kadar kişi Müslüman oldu” diyecek, Ömer de “Allah senden razı olsun” diyecek zannetti.

Ömer radıyallahu anh, “Ebu Hureyre!” dedi. O da

-Buyur ya emire’l-müminin!

-Ben seni birkaç yıl önce gönderdiğimde ayağındaki terlikler bunlar değildi, yeni terlik almışsın, nereden buldun bunları?

Üç yıl diplomat olarak Bahreyn’de durmuş, Ömer’in temsilcisi olarak kalmış.

Ömer’in kendisi yamalı cüppe giyiyor, diplomatı yeni terlik giyebilir mi? Elindeki değnek olarak kullandığı şeyle üstüne vura vura, “Ümmetin parasıyla yeni ayakkabı mı aldın!” diye diye Ebu Hureyre gibi bir adamı kırbaçlamaya kakmış.

Allah onlardan razı olsun. Oldu da nitekim. İpucu yakalamaya çalışıyoruz dedik. Sarhoşu bu olan neslin ayığı kimdi acaba? Buydu işte.

Kardeşlerim, Cennete gelince, hiç kimsenin tereddüdü yok, eşitiz tabii! Biz bu dünyada bu kadar insan hakları safsatası dinledikten sonra cennetteki ayrılığa razı olur muyuz! “Niye bunlara farklı yer verildi?” diye hemen orada beyaz masaya müracaat!

حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

Bizim Allah’tan başkasına sığınacak hâlimiz kalmadı. Ümmet olarak ne hâle geldik ki o neslin sarhoşuyla, bu neslin değil ayığını, bilmişini bile karşılaştıramıyoruz. Ama kuru beklentilere gelince herkes allame mübarek! Kim kâfir öldü, kimin yaptığı hareket kâfirliktir, kimin sözü doğrudur, kimin yanlıştır… Bu konularda herkes allame. Başkasının imanı, başkasının cenneti, başkasının ölümü üzerinde herkes allame. Fedakârlığa gelince de herkesin mazereti de hazır.

Aziz kardeşlerim,Rabbim hepimizin ruhunu kabzedecek. Bir gün bu topraklarda olmayacağız. Bütün insanlığın da akıbeti budur. Ve sonra bir gün bizi topraktan diriltecek. Eğer toprağa düştüysek topraktan, başka bir yerde yanıp gidenler de dirilecekler. Mahşer yerinde dirileceğiz. Ve hiçbir tercümana gerek kalmadan Arapça da Türkçe de İngilizce de nece konuşuyorsak dilinin ne olduğuna bakmadan ben ve Allah karşı karşıya kalacağız bir gün. Ben ve Allah. Hepimizin gecelerini aydınlatması gereken umut, gündüzlerini karartması gereken korku bu olmalıdır.

Bir gün ben ve Allah karşı karşıya kalacağız. O Allah azze ve celle, benden önce Ebu Mihcen’i dinlemiş olacak, Halid bin Velid’i dinleyecek, Enes ibni Malik’i dinleyecek, onun anasını dinleyecek. Onlarla da yüz yüze gelecek Allah. Asırlar sonraki nesil olarak bize de sıra gelecek. Ebu Mihcen’in bu hâlini görmüş olan Allah bizim bu müreffeh, şekerlerden şeker beğendiğimiz, obez olduğumuz, gıda fazlalığından dolayı hastanelere düştüğümüz, klimanın ısısı azıcık düşük diye servis çağırdığımız hayatın sahipleri olarak; Kudüs haberlerini sadece televizyondan veya internetten dinlemeyi mücahitlik zannettiğimiz anlayış ve idrakin sahipleri olarak biz de Rabbimizin huzuruna çıkacağız. Bizimle de hiçbir tercüman, hiçbir aracı, hiçbir kollayıcı, şefaatçi olmadan konuşacak Allah.

“Kulum!” diye bize de hitap edecek. Biz de sorgulanacağız. Bizden önce Ebu Mihcen sorgulanacak ama. Arkadaşlarının “Melek gibi vuruşuyordu” dediği adam da çıkacak. Geçmişinde sarhoştu, alkol vardı, belki Taif kuşatıldığında da Peygamber aleyhisselama kılıç kaldırmıştı. O da gelecek. Gafûr ve Rahîm olan bir Allah bulacak. Çünkü nedameti, o içtiği şarabı yüreğini öyle bir yaktı ki vurduğu kılıç darbeleri küfrün belini büktü, Mecusîliğin ateşini söndürdü. Nedametine, yaptığı hataya karşı pişmanlığına gökler şahit oldu, toprak şahit oldu. Binlerce mümin, mücahit şahit oldu.

NURETTİN YILDIZ