Kardeşlerim,İsterseniz küçük bir ara verelim ve zihnimiz yerindeyse şöyle bir soruya cevap bulmaya çalışalım: Matarasına şarap dolduran Ebu Mihcen buydu. Alkolün adını bile telaffuz etmeyen Sad bin ebi Vakkas’ı tasavvur edebiliyor musunuz? Medine talebeleri, Medine nesli, Medine medeniyetinin ürünleri olan ashab-ı kiramın sarhoş olmayanlarını hayal edebiliyor musunuz? Ümmetinin hâlini nasıl içlerine sindirebiliyorlardı?
“Ümmet” deyince ne hatırlıyorlardı? Ağlayan bir çocuk, ezilmiş bir kadın, horlanan bir mümin, bombalanmış bir cami görecek olsalardı ve müminlerin elleri kelepçeli koyun sürülür gibi sürüldüğünü görecek olsalardı ne hâle gelirlerdi, ne derlerdi, ne yaparlardı? Tasavvur edebiliyor musunuz?
Billahi benim aklım duruyor. Bir şey tasavvur da edemiyorum. Ebu Mihcen ki şarabından sonra buydu; alkol görmemişleri, günaha eli ve gözü değmemişleri -ki büyük bölümü öyleydiler- ümmetin bu hâlini görselerdi teheccüde kalkacakları geceleri olur muydu onların acaba? Umre üstüne umre yaparlar mıydı acaba?
Kardeşlerim,Eğer size katkısı olacaksa bir düşünün; sarhoşu böyle olan bir neslin ayığı neydi? Sarhoş asla olmamışı, günaha hiç bulaşmamışı neydi? Bunları merak ediyorsanız size yardımcı bir ipucu verebilirim.
Yüz yirmi bin kişi, Resûlullah aleyhisselamın sahabisi oldu diye biliniyor. Bunlardan on bini bile -yani onda biri bile değil- Mekke ve Medine’de değil şu anda. Hacılarımızın ziyaret ettiği Mekke ve Medine kabristanlığında on bin sahabi yoktur ve hiçbiri baba toprağında gömülmedi. Villa aldıkları yazlık bölgelerinde de gömülmediler. Bu ipucundan onların hiç günah görmemişlerinin hâlini kıyas edebilirsiniz.
Onlar da evliydiler. Hanımları vardı. Hiç olmayanın on çocuğu vardı. Onlar da yaşadılar bu dünyada. Onlar da Müslüman ve insan olarak belli haklara sahiptiler ama “Ey Rabbim! Ben senden cennetini isterim” sözünün eri oldular.
Nüfus kâğıtlarında hiçbir şey yazmıyordu çünkü nüfus kâğıtları yoktu. Ağızlarından çıkmış “Lâilâheillallah Muhammedun Resûlullah” sözü vardı sadece. O sözün eri olmaktan başka bir ayrıcalıkları yoktu.
İpucu vermeye devam ediyorum. Onlar o standartlarla cennete gittiler. “Daire savaşları, iş savaşları, diploma savaşları” diyebileceğimiz modern savaşlara tutulmuş nesil de biziz.
Onlardan bir farkımız var. Alimallah, bunu itiraf etmemiz lazım. Ashab-ı kiramda asla olmayan, bizde olan ayrıcalık var; bu da artı puanımız tabii. Bizim beş kandilimiz var! Ebu Bekir -kasemen billah- bu dünyadan hiçbir kandil gecesi görmeden gitti. Her gecesi kandil olan biri niye yılda beş defa kandil yapsın ki? Ömer bin Hattab radıyallahu anh bir müftülükte imtihana tâbi tutulsa Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin doğum gecesinin tam tarihini veremezdi ama Resûlullah’ın şeriatını bütün insanlığın dengi olacak kadar güçlü bir şekilde yaşadı.
İpucu vermeye devam ediyorum. Ashab-ı kiram Afrika’ya, Orta Asya’ya kurban hissesi göndermediler. Bunu adım gibi biliyorum. “Şurada darda Müslüman var, oraya kurban hissesi gönderelim” sözü ashab-ı kirama ait değildir. Bizdeki yanlıştır anlamına demiyorum, bizdeki kandil gecesi yanlıştır anlamına da demiyorum ama ashab-ı kiramın bu işlerden haberi yoktu. Kesinlikle bir yere ‘kurban hissesi’ göndermediler. Bir yere hisse gönderilmesi gerektiği zaman canlarını gönderdiler. Oğullarını ve kızlarını gönderdiler, onların yaptığı fedakârlık bize kurban hissesi olarak düştü.
“Burada ümmet-i Muhammed adına iş yapacak Allah dostu lazım” dendiğinde birbirlerini kırdılar adeta. Dış ülkede olduğunda hem oradaki maaşını alıyorsun hem burada hocalık maaşı alıyorsun diye değil!
NURETTİN YILDIZ
Kaynak: gencgazete.net