Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzurunda alkol kullanan oldu. Hanımını döven oldu. Kadın olarak yanlış söz söyleyen oldu. Çünkü ashab-ı kiram da bizim gibi insandılar.
Bizim gibi, bir toplumun bireyiydiler. Bir toplumun bireyi olarak insanın düşebileceği hatalara düştüler. Ancak Allah’a imanları, Resûlullah aleyhissalatu vesselama sevgileri, şeriata bağlılıkları hiçbir zaman değişmedi.
İmanlarında sıkıntı olmadı ama amellerinde, günlük hayatlarında yanlış yaptıkları oldu. Bu yanlışlarının varlığını da Kur’an’dan öğreniyoruz. Kur’an-ı Kerim yaptıklarını söylüyor. Hadis-i şerifler, böyle böyle yaptınız diyor. Zina cezası gören sahabi var.
Alkol cezası gören sahabi var. Yanlışlıkla cinayete bulaşan sahabi var. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin emirlerini yanlış anlayarak yanlış yapıp sonra gelip af dileyen, helallik dileyen var. Bunlar ashab-ı kiramın içinde olmuş şeyler.
Niye bunları konuşuyoruz? Ashab-ı kiram, bizim önümüzdeki ilk nesil olarak örneğimizdir. Müslümanlığımızı, Allah’a gidişimizi, cennet umudumuzu ve cehennem korkumuzu onların üzerinden örnekleyerek alıyoruz. Ashab-ı kiram bizim şablonumuzdur. Müslümanlığımızı onların üzerine oturtuyor ve Müslümanlık böyle olur diyoruz.
Hocaların, şeyhlerin, sevdiklerimizin veya liderlerin hatasız olması için ashab-ı kiramın da hatasız olması lazım. Ömer sıfır hatalı, Osman sıfır hatalı, Ali sıfır hatalı, Ebu Bekir sıfır hatalı olacak ki vakıf başkanı da bin kere yanlış yapsa bile bir hikmete binaen olmuş olsun! Onun vakıf başkanının, hocasının, âliminin, şeyhinin ‘hatalarında bile hikmet’ ancak böyle olabilir.
Hayır, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi Allah korudu; hiçbir hataya onu bulaştırtmadı. Yaptıklarını, yapabileceklerini Allah önceden korudu. Yaptığı hatayı hemen düzeltti. Ama ashab-ı kiram için bu durum yoktur. Bu ayar yoktur. Masum olan sadece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’dir.
Kardeşlerim,Bu kurallardan sonra bugün, iki sahabiden söz edeceğiz. Biri Sad bin ebi Vakkas radıyallahu anhtır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yakın akrabalarından ve cennetle müjdelenmiş, yaşarken cennet kokuları almış bir Müslüman, Sad bin Ebi Vakkas radıyallahu anh.
Bir de Ebu Mihcen es-Sekafî isimli bir sahabi var. Ebu Mihcen de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin son senelerinde Müslüman olmuş, sahabilik unvanını yakalamış, Allah’ın cennetle müjdelediği insanlardan olmuş biridir.
Bu iki sahabinin üzerinden bugün Müslümanlığımızın bir boyutunu ele almaya çalışacağız. Sad bin ebi Vakkas radıyallahu anh, Ömer bin Hattab’ın halife olduğu zamanda bugünkü İran topraklarını fetheden sahabidir.
Allah ondan ebediyen razı olsun ve bize de onun girdiği cennetlerde, yanında bulunup o zaman yerde inşallah eli mi öpülür, ayakları mı öpülür, onunla buluşup feyizli yüzünü, bereketli ellerini görmeyi nasip etsin. Dua ediyoruz, âmin diyoruz.
O zamanki İran, bir Mecusî devletiydi. Yani ateşe tapınıyorlardı. Hâlâ da ateşe tapınma kalkmış değildir. O zaman ormanlardan odun getirip yakıyorlardı. Şimdi Mecusîler topraklarında doğalgaz çıktığı için doğalgaz kuyularının kenarında açtıkları bir vanayla yirmi dört saat hâlâ ateş yakıyorlar, “binlerce yıllık kültürümüz” diyorlar.
Allah, Ömer bin Hattab’dan razı olsun. O ateşi söndürdü, daha sonra o ateşi tekrar tutuşturanlara da Allah yeni Ömer’ler göndersin diye içimizden hasretle dualar ederiz. (DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)
NURETTİN YILDIZ