Ahmet Taştan yazdı

-Üstadım ben ne yapacağım, bu genç yazarlarla, vallahi bilemedim.

-Hayırdır Ahmet Hocam, nedir mevzu? Neydi seni bu kadar üzen şey?

-Yazarlık çalışması yaparken “sanatçılar(yazar, ressam, müzisyen, heykeltıraş vb.) çağının en canlı şahidi olduklarından eserlerinde mutlaka insanı toptan ilgilendiren güncel mevzulara değinir ve insanları etkileyecek eserler verirler” diyerek teşvik ettim. Ama boş...

-Evet, bu konuda gerçekten haklısın. Çünkü bir yazarın en tanınmış eseri şaheser kabul edilir. O kabul görmüş en kaliteli eseridir.

-Tabii mevzumuz bir şaheser meydana getirmek değildi.

-Anlıyorum ama o şaheserin bir özelliği daha var toplum tarafından çok okunması ve kabul görmesidir.

-Ya üstat, bizim yazılarımız çok fazla yayınlanmayacak, belki okurların gözleri önüne serilmeyecek. Lakin geçmişte korona gibi bir illet ile karşı karşıya kaldığımızda onunla alakalı yazılar yazmıştık. Yani bir bakma tarihe not düşmekten bahsediyorum.

-Hocam, ben de seni anlıyorum ama hedefi yüksek tutmaya çalışıyorum. Bu gençler ulvi hedefler karşısında kendilerini daha heyecanlı hissedebilirler.

-Evet üstat, ulvi hedef de amacımız değil. Sen de beni anlamadın ya çocuklar nasıl anlasın!

-Onlar anlamışlardır seni ama bir türlü ne yazacaklarını bilmiyorlardır.

-Tamam ama ben onlara “bu hafta bir diyalog yazacağız. İnsanlar arası, hayvanlar arası ya da eşyalar arasında konuşma/diyalog tarzında bir yazı yazmalıyız” dedim.

-Onlar ne dediler? Hayır  yazamayız mı?

-Biri zaten çok farklı düşünür her zaman. “Hocam, insanla hayvan arasında ki konuşma yazabilir miyiz?” demez mi?

-Eeee sen ne dedin, buna?

-Engel olacak halim yok ya! Nasıl isterse öyle yazsın? Yeter ki konu, dünyada insanların gözleri önünde yaşanan durumu anlatmak olsun.

-Evet, aslında hayvanlar arası diyalog dediğin zaman, hani bu milletleri temsil eden ya da yakıştırılan hayvanlar var ya... Mesela ayı Rusların sembolü iken kurt da Türklerin sembolü gibi... Onlar üzerinden mesaj da verebilirler aslında.

-Evet, ama mesajında değilim. Önce karşılıklı bir diyalog yazmayı deneseler, tamam. Velhasıl acıyı yazsınlar istiyorum üstat. Dünyanın vicdanlı yüreklerdeki acıyı... Onları sokaklara,  caddelere döken, kendi hükümetlerinin kanaatlerine aykırı eylemler yapmaya iten o çimsanî acıyı yazsınlar istiyorum. Fakat bir türlü yazmıyorlar.  Neden yazamadıklarını da düşünüyorum.

-Bu hafta sınav haftası dememiş miydin? Belki o yüzden derslerine çalıştığı  için yazamıyorlardır.

-Evet, sınav haftası ama insan yemek yerken de eline batan bir iğnenin acısını duyamaz mı?

-Evet, duyabilir ama uyuşturulmuş bedenler hiçbir şey duymayabilirler. Bazen görmek ve duymak istemeyebilirler, keyifleri kaçacak diye.

NEDEN DİYALOG YAZAMIYORLAR?-2

-Belki sadece onlar değildir üstat. Bazıları gazetedeki Hamas tugaylarının saldırılısını, durduk yere yapıldığını sanıyor. O yüzden “oh olsun!” der gibi yazmadıkları da oluyor.

-Ahmet Hocam, bak şimdi derin bir yaraya işaret ettin. Gençler maalesef sosyal medya üzerinden ciddi bir algıyla yönlendiriliyorlar.

-Tabii ben de buna çok üzülüyorum. Öyle aslı astarı belli olmayan kısa kısa cümleler üzerinden bu kadar zulme, kör vicdanların yetişmesi beni çok üzüyor.

-Aslında bu gençler, ekranlar üzerinden feci şekilde ölmüş bir hayvanlar için gözyaşı dökecek kadar yumuşak yürekliler. Lakin nasıl başardılar da bu üç beş kelimeyle “oh olsun hak ettiler!” diyebiliyorlar...

-Hadi Kassan Tugaylarından biri öldürüldü diyelim. Savaşın vahşetiyle kolu, bacağı, kafası koparıldı diyelim. Ama ya masum çocuklar için hiç mi acı hissetmezler. Onların başından akan kanlar, annesinin kucağında sallanan kollar ya da poşet içine konulmuş evlatların cesetlerini gezdiren babanın acısı... Hiç mi tesir etmez?

-Evet, maalesef geçen gün bir Gazze’de hastanede doktor hanım, acısından  haykırıyor: “Durdurun bu zulmü, her gün insanlar ölüyor. Çocuklar ölüyor diye. Dünya sanki kör ve sağır olmuş, hatta...

-Neyse, neyse üstat yazamıyorlar işte, yazmıyor gençler. İnsanın en rahat yazabileceği şey ruhundaki acı ve ıstırap iken gençler kelimeleri kullanamıyorlar. Mehmet Akif gibi hissetsinler istiyoruz. O İstiklali Marşında “korkma” diye haykıran  ses tonu “çatma” diye yalvaran sesi “arkadaş” diye gürleyişi... “Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli” derken içinde yaşadığı hissiyatı aktardığı gibi aktarsınlar istiyorum.

-Senin gençler bilmez belki, 20. asrın ortasında... Avrupa'nın göbeğinde... medeniyet denilen tek dişi  kalmış canavar olan Batı dünyası, Bosna Hersek’te birçok masum Müslümanlara katliam yaptı. Birleşmiş Milletler gücüne sığınan Boşnakları Sırp askerine teslim etti. Onca sivil insan öldürüldü. Koskoca Bilge   bunu düşünemediğini itiraf etti.

-İşte aynısı bir kez daha oluyor. Müslüman kanına susamış terörist İsrail, devamlı vuruyor ve asla barışı da yanaşmıyor. Avrupa’nın üretmiş olduğu o insan hakları  gibi kavramları bir kez daha can çekiştiriyor.

-Ve bizim gençlerimiz maalesef hala batı hayranlığı içinde sevinç çığlıkları atıyor. Belki de korkuyorlar batının gücünden. Gücün onları ezeceğinden.

-Evet, bir özgüven eksikliğini hissediyorum. Acaba sonradan başımıza bir şey gelebilir mi, korkusu yaşıyorlar gibi geliyor derinden derine. Bir de -dedim ya- üzülmek istemiyorlar.

-Belki de sayın hocam, internet üzerinden oynadıkları oyunlarda bir sürü şiddet içeren sahneleri gördükleri için  sanalla-gerçeği karıştırıyor olabilirler. Çünkü bu da insan psikolojisini etkileyen bir durumdur. İnsan göre göre kanıksıyor değil mi?

-Hakikaten, bir aydır bombalanan bir şehri izlerken içimizdeki acıya bile alışmışlık hissini yaşıyoruz. Ama insanlığa karşı kin ve nefretle savaş suçu işleyen bu devlet yetkilileri yargılanmalı, gereken cezayı almalı, Bosna Hersek katliam yapan o Sırpların zalim komutanları gibi.

-Üstat  geçmişte yüreğimizi yakan olayları daldık. Fakat asıl problem öğrencilerimize vicdanı hatırlatmak ve vazifelerini hakkıyla yapması için ön ayak olmak...

-Evet, aslında kolay bir konuymuş. Bir televizyon kanalında haber sunan kişi ile savaş bölgesindeki muhabir arasında geçen konuşmaları yazsalar bile, al sana diyalog yazıları...

-Evet, üstat böyle söyleyeyim de onlar yazıversinler. Yazamıyorsa kırılsın kalemleri.