Bu günlerde okuduklarımla yaşadığım hayatı yan yana koyup çıkarımlarda bulunuyorum. İlginç sonuçlara ulaşıp bunları dostlarımla paylaşıyorum. Ne kadar doğru işin doğrusu bilemiyorum. Fakat topluma yönelik sosyolojik bir yorum çok da boşa gitmez. Zira birkaç örnek sizi o konuda haklı gösterebilir.

Efendim, Huzur romanını bilirsiniz. Yazarı, Türk edebiyatının üslupçusu Ahmet Hamdi Tanpınar. Yirmi dört saatlik zaman dilimine bir koca dünyayı sığdırmış. İşte o romanda der ki Üstad; "Yüzeyde yaşayınca mutlu oluyoruz, derine indiğimizde tedirginlikler başlıyor."

Zamanımız gençleri, diyesimiz geliyor bu tarif edilenlere. Çünkü "seyreden" bir nesil oldular. Sanal dünyanın gerçekliğinde yaşıyorlar. Şimdi gördüklerimizi sıralayayım. Küçük çocuklar bilgisayarlarda kanlı oyunlar oynuyorlar. Liseli gençler dizi kolik olmuş. Romandan öte okudukları edebi tür yok. "Düşünce eserlerinden hiçbir şey anlamıyorum, çok sıkıcı" diye kütüphanede okumamaya mahkum edilmiş.

Tekrar düşünelim...

Gerçek hayata en yakın dizi veya film bile kurmacadır. Sosyal hayatın tüm karmaşıklığını net bir dille anlatan romanlar bile kurmacadır. Üç boyutlu mükemmel internet oyunları, araba yarışları, strateji oyunları, adam öldürmeler de kurmacadır. Bu çevrilmişlikler altında insan sizce nasıl davranırlar.

Parklarda gezen sevgililerin, kamera ve müziği eksik sadece. Bazı büyük caddelerin sağına solunu dizilmiş evlerin artık perdeleri çekilmiyor. Çünkü "Şu Bizimkiler" dizisi ve diğerleri zaten evin içini her akşam herkesin gözü önüne seriyor. "Seyretme" fiili bize değişik bir sığlık verdi. İşte bu durum yazarımızın dediği gibi yüzeyde yaşamaya zorluyor bizi.

Çok duyuyoruz ama anlamlandıramadan bir başkasını duyuyoruz. Duyguları tam yaşayamadan tüketiyoruz onları. Sevgimiz, nefretimiz, aşkımız, hayamız, edebimizin adamlığı eksildi biraz. Yani adam gibi sevemiyor, adam gibi nefret edemiyoruz. Gerçi "Kurtlar Vadisi"nin "güç" vurgulu sözleri çok tekrar edilse de kast ettiğimiz o cümlelerin telaffuzu değil.

Kurmaca dünyadan gerçek dünyaya nasıl döneceğiz bilemem ama bilgi ile ilişkimizi gözden geçirmeliyiz. Yani bilgi ile bağlantımız hangi niyet üzerine oturmaktadır. Bilginin çeşidine göre değişir mi bu ilişki? Mesela bazı bilgiler yalnız üniversite sınavında lazım olur. Kimi bilgiler diplomanın altını doldurur ve bizi eğitimimizin ne olduğunu tescilleyen bir belgeye götürür. Diğer bilgiler eğlenmemize, bir başkaları hayatın zorunlu bilgileridir de onun için mi öğreniriz?

İnsanlığımızı onaran bilgiler acaba hangi tür bilgidir. Bilginin en önemli fonksiyonu kendimizi keşfetme yolunda bir basamak olmalıdır. Bilgilenmelerimiz; hayatı tanımak ve dünyaya geliş nedenlerini aydınlatmaya yönelik olmalıdır. İnsanlığımızı, adamlığımızı, adanmışlığımızı ortaya koyan bir iletişim içinde bulunmalıyız bilgilerimizle.

Yoksa derine mi indik. Sıkıntı ve tedirginlik başlayınca derine yolculuk başlamıştır. Magazin dünyasının körpe zihinlerin konforunu bozmak niyetinde değilim. Sadece parmağımıza batan bir iğnenin gerçek açısını hissedelim ve dünyaya o hisle bakalım istedim.

Ahmet Taştan

.