Edebiyat dersinde bazen film izleriz gençlerle. Zaman zaman idareciler, "derslerde film izletmeyin" diye uyarılarda bulunurlar. Öğrenciler de evlerine gidip "biz derslerde hep film izliyoruz!" demesinler diye sürekli kısa filmilerin dersle ilgili olduğunu vurgulamaya çalışırım. Dinlemekten zihinler ve görsele alışmış beyinler için biraz daha dikkat toplar bunlar. Seçilmiş ve bağlamına oturmuş kısa filmler anlatmak istediğin şeyi çok iyi ortaya koyar.

Bazen bir anlatım unsuru olarak paragraftan bahsederken kısa filmlerin de bir "paragraf mahiyetinde" olduğunu ve anlamak isteyenlerin görsellikle beslenmiş ya da çerçevelenmiş manayı yakalamalarını isterim. En doğru cümlemi o anda sınıfın ortasına bırakırım. "Eğer gözlerinize izlerseniz görünenden başka bir şey görmezsiniz; kültürünüzle izlerseniz çok şeyler öğrenirsiniz.

Genç öğrencilerin bazıları, henüz kültürle izlemenin ne manaya geldiğini kavrayabilecek seviyede değillermiş gibi sordukları da olur. Çünkü ilk kez değişik bir yaklaşım görmüşlerdir ve duymuşlardır. O derste yine kültürümüzün kimliğinden bahsederken dilin bu konudaki etkin ve önemli fonksiyonundan bahsediyordum. Bizim kültürümüze ait olmayan birkaç kelimeyi barındıran bir film geldi aklıma. Bir basketbol koçunun kültürel kodlarından uzaklaşmış gençleri, kendi benliklerini kazanmaları ve hayatta başarılı olmaları için gayretini izlemeye başladık.

"Geçen sezondan yirmi maçın dördünü kazanabilen ve şampiyon olan takımın adını bile bilemeyen, aralarında uyuşturucu kullanan, parçalanmış ailelerin çocukları basketbol oynamaktadırlar. Zenci olmana rağmen "zenci" kelimesini kullanmayın. Bunlar sömürgecilerin bize taktığı isimdir diyen bir Koç...

Aynı okulda şampiyonalara imza atmış, basketbolda sayı rekorları kırılmamış biri olan Koç Carter: "Basketbolda kazanmak, derslerde ön sıraya oturup sınavlardan yüksek puan almak hayatta kazanmak için çok önemlidir" bir diyen kaliteli bir eğitime Koç Carter. Filmin ilk dakikalarında mahalle kültürü yetişen, okuldan/ derslerden bir habersiz basketbol oynadığını sanan gençler, kendileri arasında mağlubiyet tartışması yaparken "sürtük" kelimesini kullanır. Ben de bir öğretmen olarak videoyu durdurur: "İşte bu kelime, bizim kültürümüzün kelimesi değildir." der geçerim. Bu kelimeyi kullanmayan gençler çok rahat bir şekilde onaydılar.

Daha sonra "lanet olsun, biri bunu açıklasın bana" cümlesini de duyunca tekrar stop tuşuna bastım. "Bu cümle yapısı da bizim dilimizde yok" dedim. Bu da çabuk onay gördü. Motoru arızalanmış bir araç gibi ilerleyen film izleme seansında canları sıkılsa da çocuklar klasik bir dersten daha çok hoşlanırlar bu tür izlemeden.

Yine filmin bir yerinde "kız arkadaşını tatile götürecektin" ifadesi geçer ve ben yine stop tuşuna basarım. Bu sefer çocuklar acaba ne oldu meraklındadırlar ve uyarımı patlatırım "kız arkadaşı" tabiri de bizim kültürümüzde yoktur.

Lakin ışık görmüş tavşan misali donup kalmış gözler ve zihinler bir anda anlayamazlar. Nasıl yani kız arkadaşı yok! Eski edebiyat romanlarımız da böyle bir ifade geçtiğini zannetmiyorum. Bizde kadın; annedir, eştir, bacıdır ya da kızımızdır. O gözle bakarız insanlara. Bunların yanında akrabalık ilişkisiyle teyze kızı, hala kızı gibi akrabalar vardır ama kız arkadaş tabiri yoktur.

"Modern dünyanın zihinlere kilitleyip bıraktığı bu yaşam tarzının en tabii ve doğal sonucu olarak ortaya çıkan kız arkadaş kelimesi yerine acaba ne kullanmamız gerekir?" diye sınıfa sorduğumda bir öğrencim "sınıf arkadaşım" diyebilir miyiz, dedi.

Evet, güzel bir tabir. Neden arkadaşlarımızı kız veya erkek diye cinsiyet üzerinden tanımıyoruz ki. "Arkadaşım" demek yetmiyor mu? Yetmez, çünkü bizim kültürümüz arkadaş dediği zaman kendi cinsinden anlar, karşı cinsi anlamaz. Erkek arkadaşım, kız arkadaşım diyenler sevgili olduklarını açıklamaktan çekindikleri için o yaşlarda bu ifadenin arkasına sığınırlar. Velhasıl basit bir dil problemi değildir görünen arkada dehşet bir kültür yozlaşması kendini hissettirir.